27 Kasım 2014 Perşembe

KADAVAR Live in Istanbul : Rock Muzik Sihirbazları ( Abrakadavar )

 (  Blues Perişan Blog'u için yazılmış bir yazıdır :  http://www.bluesperisan.blogspot.com.tr/2014/11/kadavar-live-in-istanbul.html)
 
 
2010  yılında  kurulan  Alman rock grubu  Kadavar  2012 yılında yayımladıkları ilk albümleri "Kadavar" ile dinleyicileri adeta zamanda yolculuğa çıkaran Berlinli bir üçlü .   Kadavar, 70'lerin doom ve psychedelic rock tarzlarını günümüzde en iyi yorumlayan grupların içinde yer alıyor.  Müziklerinde  bir  Black Sabbath tadı var . Gümbür gümbür  ama disiplinli çalıyorlar .  Byfuss’un da dediği gibi  “ Bu adamları da böyle disiplinli ve kusursuz çalar görünce  , Alman futbol ekolününde neden başarılı olduğunu daha kolay anlıyoruz “   . Adamlarda her konuda  ciddi bir çalışma ve disiplin var  gerçekten , bunu çok açıkça görebiliyoruz bu tür gruplarda da ....   Müziklerinde   hard rock riffleri ile psychedelic  rock ögelerine   dokunuşları görmek , duymak keyifli.   Grup  2013'te yayımladığı "Abra Kadavar" albümü ile de klasik rock'un hala yaşadığını kanıtlıyor .   Halen eskilerin daha iyi olduğuna inanan  ( benim gibi )  müzikseverler için   bir şanstır Kadavar .  Halen dinlemediyseniz  tavsiye ediyorum . 
 
Bu keyifli ve sağlam grubu  dün akşam  İstanbul'da Joly Joker  sahnesinde dinleme şansını bulduk .  Liquid Dream  ,  Living in Your Head , Doomsday Machine ,  Into The Night , Eye of the Storm   gibi   keyifli parçalarına eşlik ettik . Alman Krautrock  grupları  70’lere  “Avrupa Rock Müziğine “ damgalarını vurmuşlardır .  Kısacası  Almanya’nın çok sağlam bir rock muzik geleneği vardır .  Genelde  sağlam soundlu  ve ekollerine uygun makine düzeninde çaldıklarını biliyoruz .  Kadavar’da dün akşam bizi şaşırtmadı .   Üçlü  sahneyi doldurdu gerçekten de  ,  “bis”e girmeden önceki normal sürenin son parçasını sanırım 15-20  dakika kadar çaldılar , gitar efektleri , davul ve basın uyumu  oldukça başarılıydı .  Hem gitar hem  davul  gerçekten  ilgi çekici performans  sergilediler .  Hani derler ya kulaklarımızın pası silindi, aynen öyle oldu .  Konser bittiğinde  bir yarım saat kadar kulaklarımda uğultu  doyurucu ve iyi bir konserden arda kalan eserdi kısacası .  En azından albümlerini edinip dinlemenizi öneririm bu türün meraklılarına . Konseri düzenleyenlere de bir teşekkür edelim bu vesile ile ... 

Kadavar  Grup Üyeleri :    Gitar , vokal :  Christoph „Lupus“ Lindemann  ,   Bass : Simon „Dragon“ Bouteloup (2013 de  gruba katıldı  .  İlk kurucu üye  basçı :  Philipp „Mammut“ Lippitz 2013 de gruptan ayrılmış )   ,  Davul  : Christoph „Tiger“ Bartelt

Albümler :   2012: Kadavar (LP/CD, This Charming Man Records / Tee Pee Records)  ,   2013: Abra Kadavar (12. April, LP/CD, Nuclear Blast)  ve   2014: Live in Antwerp (Live Album )

Aylak Adam 
27 Kasım 2014 İstanbul 

17 Kasım 2014 Pazartesi

Yaşar Kemal’den Bir Ada Hikayesi ( İlk iki kitap üzerine )


Büyük bir insanlık destanı - Volüm 1
Yaşar Kemal’den Bir Ada Hikayesi   ( İlk iki kitap üzerine )

Yaşar Kemal iki yıl önce  “ Bir Ada Hikayesi “ serisinin 4. kitabını yayınlamış ve  seriyi tamamlamıştı .  Ben de  serinin bitmesini beklemişim ki , tamamlandıktan  sonra okumaya başladım .  Zaten kitaplar hiç kesintiye uğramayan bir bütünlükle sürüyor,  bir kitap bittiğinde diğerine geçmemeniz mümkün değil .  Yoksa uyku tutmaz !
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Serinin  birinci kitabı “ Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana “ .  
 
En başta şunu söylemeliyim ki serinin bu iki kitabını okurken ya da bittikten sonra üzerime sinen  en güçlü duygu,  “ Kayıtsız iyi olmak ve iyilik yapma ”   isteğiydi . Hep iyi olmak , hep iyilerle olmak , iyiliğin kötülüğü yenebileceği duygusunun ağırlığı idi . Zaman zaman kendimi birden sokağa atmak  ve karşıma çıkan insanlara karşılıksız iyilik yapmak isteği uyanmasıydı .  Herhalde  bana da ‘deli’ ya da  ‘manyak’ diyenler çıkardı . Tıpkı  - birinci kitabın neredeyse büyük bir kısmını kaplayan -  Ada’dan gitmeyi reddedip saklanan ve adaya ilk çıkanı kendi kendince  öldürmeye yemin eden  yardımcı karakterlerimizden Anadolu Rumu Vasili’ye  de deli yakıştırması yapılmaya çalışılması gibi .  Oysaki Vasili’de deli değildi . Sadece özünde iyi , sevgi dolu ( Ada da tesadüfen kalan  bir  kedi  ile yaşadığı sevgi dolu ilişkisi bile kitabın okunmasına sebeplerden yalnızca birisidir ) ve insan olmanın vasıflarını fazlasıyla üzerinde taşıyandı . Kendine verdiği aptalca bir söz uğruna kendisi ile yaşadığı  içsel mücadelesi bile   psikolojik bir  roman sınıfında okunabilir mesela .
 
Bu ilk kitapta  baş kahraman Poyraz Musa’nın çocuk yaşta orduya katılması  , zabit oluşu ,  Osmanlı - Rus savaşında  tüm orduyu Sarıkamış’ta  Allahuekber dağlarında  ölüme sürükleyen ve  kitabın her satırında acısını hissettiren bu felaketin izleri bizi bırakmıyor .   Poyraz Musa’nın hikayesi ve yaşadıkları üzerinden ülkenin içindeki savaş felaketini ve sonrasında   Güneydoğu Anadolu’ dan Mezopotamya çöllerine ,  kanunun olmadığı , eşkiyaların ,  aşiretlerin  elinden  ölüm kokan maceraları ,  etnik içerikli  acı dolu  kıyımları okuyoruz  . Özellikle Yezidi’lere yapılan olağandışı etnik kıyıma yazar  önemli bir yer ayırıyor ki kitap ismini buradan alıyor zaten .  O kadar çok Yezidi katlediliyor ki  ölüleri nehire atılıyor ve  tüm Dicle ve Fırat’dan günlerce  ölü bedenler akıp gidiyor , tüm suyun rengi kan rengine dönüyor   Fırat suyu kan akıyor baksana “ ...

Yaşar Kemal, bence bu kitap üzerinden önemli bir aydın misyonunu da gerçekleştiriyor,  resmi  tarihin kabul etmediği birçok gerçekliğe ve acıya da parmak basıyor .  ( Mübadele acısına , Anadolu şehirlerinin yakılıp yıkılmasına , zorla göç edenlere , Kafkas halklarına ,  Yezidi katliamına , basiretsiz yöneticilere ,  uluslararası savaş  tezgahlarına vb.) 
Kitap , mübadele sonrası  Ege’de bir boşaltılmış adaya gelen kahramanların hikayeleri üzerinde kurgulanıyor . Ancak büyük usta  bunu harika bir destana dönüştürüyor .  Savaşların dağıttığı bir ülkenin, bir coğrafyanın tüm unsurlarını bir potada , öyle güzel ve öyle insancıl eritiyor ki , ortaya muhteşem bir insan hikayesi , öyküleri ve savaş karşıtlığın vurgulandığı bir destan çıkıyor .

Tüm bu kurguda  büyük bir yergi ve eleştiride açıkça yapılıyor . Çanakkale Savaşı , Sarıkamış’ta doksan  bin askerin  Enver Paşa’nın hırsı ile donarak ölüme gönderilmesi ,  Lozan Anaşması ve mübadele , Kurtuluş savaşı gibi .  Yıkılan bir ülkenin içindeki iç ve dış göçler  ,  perişan olmuş  insanların hikayeleri ve bu hikayelerin içinden çıkıp gelen kahramanların  gelip, bu ıssız   “Ada” da buluşuyorlar .
İlk kitap’ta  Poyraz Musa , geldiği kasaba da ki kimi iyi kalpli büroktatlar , adayı keşfedişi , yerleşme çabaları  ve  Ada’sını terk etmeyen Vasili ile  tanışıyoruz . Hele ki Vasili ile  birbilerini gizlice kovalamaları ve  sonun nasıl bağlanacağı  duygusu gerçekten birinci kitabın en uzun ve de en merak edilen kısmını oluşturuyor ve sonları   Poyraz Musa’nın  adaya geri dönen Lena Ana ve Vasili ile  yaşadıklarıyla  sürüyor ...

Kitap’ta ayrıca Türkler ,  Kürtler, Çölün Bedevileri , Ermeniler, Rumlar , Çerkezler , Çeçenler , Lazlar  , Yezidiler, mübadilleri  ve bu kültürlerin yansımasının  hikayeleri  dikkat çekiyor.   Ve bence  bu durum , ülkemizde  halihazırda nefes alıp yaşayan ama bu konulara halen çok uzak olan bir çok insan içinde bir duyma , öğrenme ,  merak uyandırma adına önemli bir de  misyon ediniyor . 
İkinci kitap  “ Karıncanın Su İçtiği “ 

İkinci kitap  “ Karıncanın Su İçtiği “  ( Bir Karadeniz balıkçı terimi :  Denizin sakinliğine olan vurguyu ifade ediyor . “Deniz o kadar durgun , o kadar durgundu  ki , karınca bile su içerdi ” anlamında kullanılıyor )   ile  ada şenleniyor . Aslında Poyraz Musa canlanması yaşanabilir olması  için her şeyi yapıyor ama  bu pek meşakkatli oluyor .  Burada yavaş yavaş sahneye  her biri  bu coğrafyanın bir gerçeği  olan kahramanlar çıkıyor .  Önce  bir Karadenizli usta bir balıkçı ve kimilerine göre efsunlu bir adam olan   Nişancı Veli , Bir mübadil olan Hüsmen Aga ,   bir kürt öykü anlatıcısı ve kaval üstadı  Dengbej Uso , bir başka  savaş gazisi zabit Baytar Cemil, bir Girit mübadili  ve saygın Musa Kazım Ağa efendi ve kızları Zehra’yla  ,Nesibe,  Zehra ile Musa’nın filizlenen aşkı ,  Şehmus Ağa,  Doktor Salman Sami ve Halil Rıfat ,  Melek Hatun , Kadri Kaptan . Sonra karşı kıyıdaki kasabalılar. Hayri Efendi, Halk  Fırkası’nın temsilcisi olup  büyük bir  tehdit havası yaratan Kavlakzade Remzi, yüce insan  Çeçen Hanı Üzeyir.  Hepsi de birbirinden ilginç ve sıcak  hikayeleri ile  sizi Ada’nın tam göbeğine sürüklüyorlar . Karıncanın bile su içebileceği  sessizlik ve dikkatle   okuyorsunuz kitabı …
Kitabın en ilgi çekici bölümlerinden biride  Dengbej Uso’dan yola çıkarak  Fakiye Teyran isimli bir dervişin  hayali bir kuşun peşine düştüğü  masalsı , destansı  hikayesi .  Yaklaşık kırk  sayfa sürüyor bu bölüm .  Yaşar Kemal  bu coğrafyanın halk hikayelerine hep önem vermiş,  bunları önemsemiştir .  Bu hikaye’deki Fakiye Teyran karakteri de bana  İranlı Sufi şair Ferudun Attar  tarafından kaleme alınmış  “Mantuku’t –Tayr”  ( Farsça : Kuşların Diliyle ya da Kuş Dili  )  isimli  manzum eserini çağrıştırdı . Kitapta  Faki , sesi bir efsane olmuş ve  görülmeyen bir kuşun peşine düşüyor .  Adı geçen eserdeki kuşların padişahı  Simurg efsanesi gibi .

Usta ,  öykülerinde  açlığın, sefilliğin , ölümlerin , savaşların acılarını vurgularken , hep güçlü ve  sağlam karakterleri öne çıkarıyor . Çıldırasıya  şeyler yaşamış insanların terk edilmiş  bir adada  komünal bir yaşam kurma , çıkar çatışmalarından ziyade  geçmişte yaşadıkları acıları içlerine gömme çabaları , becerilerini öne çıkarıp , ayakta kalma ve kötüyü  iyiliklerle  yenmelerini  vurguluyor .
Başta da dediğim gibi , iki kitabı bitirdikten sonra  kendimi  bu coğrafyanın içinde bizden topraklarda bizden hikayelerle  evrensel bir destanın içinde bulduğumu söylemeliyim .

Ben bu tip kitapları  okurken belleğimde genelde olayları  canlandırır , kendimce de kurgularım . Mesela burada Ada’yı Bozcaada gibi hayal ettim ,  kahramanları da  bir film ya da dizideki  gibi kurguladım . Gerçekten sezonlarca devam eden ve dizleri vazgeçilmez bir  tutkuyla izleyen insanlar geldi aklıma sayfaları her tükettiğimde , soluksuz bir hikayeyi ekran da izler gibiydim , sayfalar tükenirken bir taraftan da bitmesin keşke diye aklımdan geçirdiğimi  söylemeliyim .
Toplam 826  sayfalık ilk iki kitabı  bitirdim , şimdi sırada  diğer iki kitap var , bakalım Ada ne hale gelecek . Açıkçası çok merak ediyorum ?

Sizin de  - eğer okumadıysanız – ilk iki kitabı merak etmenizi isterim , bilmeyenler için bir merak uyandırabildiysem ne mutlu .
İyi okumalar , kalın sağlıcakla .

“ Ah  , benim de  bir adaya gidesim var …”
Aylak Adam    
Bir mübadil torunu
15 Kasım 2014 – İstanbul