Çölün ortasında trenden atılmış , 50 derece sıcakta demiryolunun üstünden çıkan buhar alevlerinin görüntüsü içinde gitmekte olan trenin ardından bakan , Amerikan western filmindeki bir anti kahraman gibiydi sanki . Ama tek farkla, O bir film setinde değil, gerçeğin kucağında yani çölün ortasında, kaçak bindiği trenden atılmıştı .
Beyni zonkluyor, kulakları çınlıyor bir yerlerde sanki davullar çalıp duruyordu , bir
davul ve de çıngıraklar . Kızılderililerin dans ederken ayaklarına taktığı
çıngırakların sesi miydi yoksa ? Bir yıl bir kızılderili rezarvasyonunda yaşamıştı, birkaç Pow Wow'da geleneksel kıyafetlerle dans bile etmişti . Bu sesleri tanıyordu . Yoksa ona doğru yaklaşmakta olan, elinde su
matarasıyla bir Kızılderili miydi gelen , kurtulacak mıydı ? Ama kafasını kaldırdığına yanından şimşek hızıyla geçen çıngıraklı
yılanı gördü .
" Ne de hızlı , tıpkı bizim tren gibi , tek farkı vagonları birleşik " diye düşündü .
“ Bu yılan , bu hızla mutlaka bir su noktasına ulaşır , oysa ki ben ? “
Umutsuzca ayağa kalkmaya çalıştı , uçsuz bucaksız çöl de aynı şekilde cevap verdi ona . Etrafta ne bir Kızılderili, ne de başka bir canlı belirtisi ya da görüş mesafesinde bir umut noktası . Yığılıp kaldı olduğu yere , düşerken başını sert bir şeye çarptı. Bu da ne diye son bir hamle ile başını cevirdi.
“Lanet olası bir kaplumbağaymış “ diye geçirdi aklından .
Bir süre sessizce kaldı , sızmıştı . Düş müydü yoksa gerçek mi , dans eden bir Kızılderilinin gölgesini görüyor gibiydi . Gölge kah ufuk çizgisine kadar uzuyor , kah tamamen gözden kayboluyordu . Çıngırakların sesine , anlamını bilmediği bir dilde dua eder gibi farklı tonda mırıltılar ve sesler de karışıyordu . Kızılderilinin nefesini duyuyordu , çıngırakların sesi de kesilmişti . Başını kaldırdığında onu gördü , güneş ışıkları yüzünü görmesine tamamen engel oluyordu . Kızılderili ona eğilmiş elinde bir tas tutmuş ona uzatıyordu . Tası aceleyle kaptı ve kurumuş dudaklarına doğru götürdü . O da ne , bu bir kaplumbağa kabuğundan yapılmıştı . Tas bir anda elinden kaydı ve yere düştü . Düşen kabuğun içindeki su döküldü , ancak çok garip bir şey oldu, dökülen sular bir çıngıraklı yılana dönüştü ve yılan hızlıca oradan uzaklaştı . Ter içinde uyandı.
“ Hassickthe-r , bu da neyin nesi ? Lanet olası bir bir kabusmuş ! ” diye söylendi .
" Ne de hızlı , tıpkı bizim tren gibi , tek farkı vagonları birleşik " diye düşündü .
“ Bu yılan , bu hızla mutlaka bir su noktasına ulaşır , oysa ki ben ? “
Umutsuzca ayağa kalkmaya çalıştı , uçsuz bucaksız çöl de aynı şekilde cevap verdi ona . Etrafta ne bir Kızılderili, ne de başka bir canlı belirtisi ya da görüş mesafesinde bir umut noktası . Yığılıp kaldı olduğu yere , düşerken başını sert bir şeye çarptı. Bu da ne diye son bir hamle ile başını cevirdi.
“Lanet olası bir kaplumbağaymış “ diye geçirdi aklından .
Bir süre sessizce kaldı , sızmıştı . Düş müydü yoksa gerçek mi , dans eden bir Kızılderilinin gölgesini görüyor gibiydi . Gölge kah ufuk çizgisine kadar uzuyor , kah tamamen gözden kayboluyordu . Çıngırakların sesine , anlamını bilmediği bir dilde dua eder gibi farklı tonda mırıltılar ve sesler de karışıyordu . Kızılderilinin nefesini duyuyordu , çıngırakların sesi de kesilmişti . Başını kaldırdığında onu gördü , güneş ışıkları yüzünü görmesine tamamen engel oluyordu . Kızılderili ona eğilmiş elinde bir tas tutmuş ona uzatıyordu . Tası aceleyle kaptı ve kurumuş dudaklarına doğru götürdü . O da ne , bu bir kaplumbağa kabuğundan yapılmıştı . Tas bir anda elinden kaydı ve yere düştü . Düşen kabuğun içindeki su döküldü , ancak çok garip bir şey oldu, dökülen sular bir çıngıraklı yılana dönüştü ve yılan hızlıca oradan uzaklaştı . Ter içinde uyandı.
“ Hassickthe-r , bu da neyin nesi ? Lanet olası bir bir kabusmuş ! ” diye söylendi .
O da ne ! Kaplumbağa halen
başının altında kıpırdamadan duruyordu .
Bir kaplumbağanın hem de bu sıcakta
, bu çölde yaşam kaynağı
bulması imkansız olmalı diye geçirdi aklından . Ama sonra
bir kez daha düşündüğünden halen burada olduklarını ve her ikisininde yaşadığını fark etti. Bu durumda
bu ölüm çölünün ortasında zehirli
ve hızlı bir çıngıraklı mı , yoksa yavaş ve ağır kaplumbağanın yerinde mi
olması gerektiğini düşündü .
Yılan birkaç metre uzağında kıvrılmış ona
çatallı dilini çıkarıp durmaktaydı ,
belli ki onu bir tehdit olarak görüyor ,
merakla bu garip adamın burada ne aradığını düşünüyordu . Sonuçta öğlen uykusunu ve
huzurunu kaçırmıştı onunda . Kaplumbağada
üzerinde düşmüş olan başın kalkmasını ve de yoluna devam etme umuduyla hatta sabırla kabuğun içinde bekliyordu .
Güneş tam tepesinde kavurucu
bir şekilde beynini ve tüm bedenini kavurmaktaydı , dudakları daha şimdiden çatlamıştı ve suzuluk
dayanılmazdı .
Hızla düşünmeye çalıştı gözü yılanda, aklı kaplumbağadaydı ve ölüm etrafında kol geziyordu . Ya yılan gibi hızla hareket edecek ve
bir su ya da yaşam alanı bulmaya çalışacak ya
da uçsuz bucaksız ve görünürde hiçbir şeyin
olmadığı bu çölde ölümü bekleyecek . Ya da kaplumbağa gibi ağır ve yavaş hareket edip kaderinin onu götürdüğü yere
kadar sürünecekti .
Yılan hızı ve soğukkanlılığında düşünüp , kaplumbağanın vakurluğu , sakinliği ve yavaşlığında hareket etmeli , enerjisini ve gücünü dengeli kullanmalı , bedenini güçlü tutmalıydı . Kurtuluşu için zamana ihtiyacı vardı . Kaplumbağanın duruşu hayatta kalmanın ana kuralıydı .
Yılan hızı ve soğukkanlılığında düşünüp , kaplumbağanın vakurluğu , sakinliği ve yavaşlığında hareket etmeli , enerjisini ve gücünü dengeli kullanmalı , bedenini güçlü tutmalıydı . Kurtuluşu için zamana ihtiyacı vardı . Kaplumbağanın duruşu hayatta kalmanın ana kuralıydı .
Bu arada zaman zaman çalıştığı patronların kütüphanelerinden aşırarak okuma fırsatı bulduğu bazı ilginç kitaplardaki Uzakdoğulu Budist rahiplerin , keşişlerin yöntemleri aklına geldi . Yavaş ve sükunet içinde yaşam ; sakin , dingin ve
durağan tıpkı şu kaplumbağa gibi . Hatta daha da öteye gidip bazı özel yöntemlerle kalp
atışlarını dakikada bire kadar indirip
uzun süre bedenin fonksiyonlarını
neredeyse durdurduklarını ama sonra yeniden
normale dönebilme güçlerini ve bunu uygulayabildiklerini hatırladı .
Yani zor durumda kalınca motoru istop
etmek ya da rölantiye alıp , ihtiyaç duyulduğunda yeniden çalıştırmak
ya da yeniden gaza basmak gibi ...
Hayatta kalma savaşının başladığını biliyordu
. Bu arada damarlarındaki kanı neredeyse buharlaşmak üzeri
fokurdamaya başlamış gibi hissediyordu ...
Kendisi hep sabırsız , hızlı
ve çabuk olan bir yaşam şeklini seçmişti
“ Hızılı yaşa, genç öl ! Cesedin Steve Mc Queen gibi olsun.” derdi .
Yavaş, ağır ve durağan bir yaşam
ona imkansız geliyordu . Ama bu durum kimi ufak kazanımlar yanında
başını çokça da belaya sokmuştu . Şimdi de düştüğü bu durum dolayısıyla kendine
kızıyordu hem de tepesindeki güneş her
saniye beynini kaynatma noktasına doğru yükseltirken . Bu arada kaplumbağa yavaşça ilerlemeye
başlamıştı . Yılan halen onu gözlüyordu .
Ayağa kalkmak istedi ama sol
ayağı yaralanmıştı .
“ İşte şimdi boku yedim , istesemde yılan olmamam , zavallı bir kaplumbağa kadar yavaşım “ diye düşündü .
O an kaplumbağa aklına geldi . Baktığında onu göremedi . Ama izleri küçük çalılardan oluşan kumların üzerinde belli oluyordu , minik bir tümseğin arkasına doğru gidip gözden kayboluyordu .
“ İşte şimdi boku yedim , istesemde yılan olmamam , zavallı bir kaplumbağa kadar yavaşım “ diye düşündü .
O an kaplumbağa aklına geldi . Baktığında onu göremedi . Ama izleri küçük çalılardan oluşan kumların üzerinde belli oluyordu , minik bir tümseğin arkasına doğru gidip gözden kayboluyordu .
Hızla düşünmesi ve hareket etmesi
gerekecekti . Zamanın daraldığını hissediyordu . Raylardan çıkmış bir tahta parçasını
sinirlerini bozan yılana doğru fırlattı . Yılan toz olup uzaklaştı .
Düşünmeye çalıştı ama uçsuz
bucaksız çöl , kaynayan beyni ve güneş hiçbir şeye izin vermiyordu . Gölge ve su diye aklından geçirdi . Ama nerede ?
Yere çöktü gözleri karardı .
Kızgındı hem de çok kızgın . Her şeye , geçmişine
, yaşadıklarına , trene, kondüktöre , o pislik patronuna , polise ve o kadına ...
Güneşin batmasına kaç saat vardı acaba ? Hareket ederse daha kötü olacaktı , ne
de olsa o bir yılan değildi . Bu arada kaplumbağa aklına geldi . Doğruldu ,
izleri halen görebiliyordu , sürünerek izleri takip etme hissi uyandı içinde .
Ne de olsa bir yılandan daha güvenilirdi .
Rahipleri aklına getirdi . Ama
onlar Himalayaların soğuk
yamaçlarında bunu yapıyorlardı , bu
manyak çölde değil ! Dağları düşünmeye ,
kendini oralarda hissetmeye ve biraz olsun ferahlamaya çalıştı ama nafile
. Süründü izlerin peşinde ...
İzler arkada bir tümseğin daha
belirdiğini gösterdi ona , çalılar sürünürken engel oluyordu , her yeri yara
bere içindeydi , kan karanlık bir çöl gecesinde ölüm demekti . Hızla değil enerjisini tasarruflu kullanması gerektiğini düşünüyordu içgüdüsel olarak , sonuçta kaplumbağayı
izliyordu .
Tepeyi dönünce ileride kaplumbağayı gördü . Küçük bir kaktüsün
dibindeydi şimdi .
“Hay bin kunduz “ diye aklından geçirdi .
Kaktüsün boyu bir , bir buçuk metre civarındaydı , ardında başka kaktüsler de görünüyordu . Bu kaktüs bir kurtuluş olabilir miydi ? İzlediği belgesel ya da okuduğu bazı kitaplarda kaktüslerde su olduğunu duymuştu . Topraktan aldıkları suyu bedenlerinde depoladıklarını , terleme kaybını engellemek için ters fotosentez yaptıklarını anımsadı . Kaktüsü kesip içindeki liflerden su çıkarıldığını da duymuştu . Süründü kaktüsün dibine vardı. Başını hemen kalın gövdenin dibine uzattı , minik gölgenin en azından sağlıklı düşünebilmesi için serinlemesi ve soğuması lazım olan beyni için işe yaramasını umarak . Sonuçta araba motoru gibi beyni de kaynamak üzereydi , su kaynatırsa işi bitmiş demekti . Biraz dinlendi sonra gölgenin uzadığını görüp biraz doğruldu , elini cebine atıp bıçağını bulmaya çalıştı . Bu arada ileride kaplumbağanın bir çukura girdiği gözüne takıldı . O da ne, kaplumbağa yumurtluyordu . ( Bu bir Gopherus agassizii ya da Gopherus morafkai diye bilinen çöl kaplumbağasıydı )
“Hay bin kunduz “ diye aklından geçirdi .
Kaktüsün boyu bir , bir buçuk metre civarındaydı , ardında başka kaktüsler de görünüyordu . Bu kaktüs bir kurtuluş olabilir miydi ? İzlediği belgesel ya da okuduğu bazı kitaplarda kaktüslerde su olduğunu duymuştu . Topraktan aldıkları suyu bedenlerinde depoladıklarını , terleme kaybını engellemek için ters fotosentez yaptıklarını anımsadı . Kaktüsü kesip içindeki liflerden su çıkarıldığını da duymuştu . Süründü kaktüsün dibine vardı. Başını hemen kalın gövdenin dibine uzattı , minik gölgenin en azından sağlıklı düşünebilmesi için serinlemesi ve soğuması lazım olan beyni için işe yaramasını umarak . Sonuçta araba motoru gibi beyni de kaynamak üzereydi , su kaynatırsa işi bitmiş demekti . Biraz dinlendi sonra gölgenin uzadığını görüp biraz doğruldu , elini cebine atıp bıçağını bulmaya çalıştı . Bu arada ileride kaplumbağanın bir çukura girdiği gözüne takıldı . O da ne, kaplumbağa yumurtluyordu . ( Bu bir Gopherus agassizii ya da Gopherus morafkai diye bilinen çöl kaplumbağasıydı )
Bıçağı ile
fıçı şeklindeki bir kaktüsün tepesini kesti .
Tehlikeli bir işlemdi bu ellerine dikenler battı. Daha sonra kaktüsün etli kısmını bıçağı ile
püre haline getirdi ve böylece
etli kısımdaki nemi açığa çıkarıp sıvı haline getirdi. İşte hayatını kurtarma şansını yakaladığını o an hissetti . En azından bir
sonraki treni bekleme şansını ...
Bu arada gün çölde devrilmek
üzeriydi , gece yaklaşıyordu . O da ne ? Çıngırak sesi ,
birden geriye döndüğünde yılanın, kaplumbağanın biraz önce yumurta bıraktığı yere yaklaşmakta olduğunu gördü
. Usulca yerdeki kaktüs kabuğunu kaptı
ve hızla yılana fırlattı , bunu beklemeyen yılan sarsılarak ve korku içinde delice kaçtı .
Yavaşça yuvaya yaklaştı eliyle kumu beş
on santim kadar eşeleyince henüz bırakılmış onlarca yumurta buldu .
Hey ! Bu çöl kaplumbağasının yılandan kaçarken
karşısına çıkması her şeyi değiştirmişti . Şimdi çıngırağın sesiyle eşek cennetini boylamış
olmak durumunda kalmış olabilecekken bu vakur , yavaş , ağır ve sakin hayvan onu kurtarmak üzereydi . Yumurtalardan üç tanesini aldı , kaktüs suyunun üstüne mükellef bir yemek diye aklından geçirdi ve art arda üç yumurtayı içti . Bir kaktüs kabuğunu kap yapıp içine de üç tane daha koydu . Bir fıçı kaktüs daha kesti . Gün batmış sıcaklık azalmıştı . Gücünü
hissediyordu . Yavaş yavaş geldiği yere
tren yolu kenarına döndü . Çıngırak seslerine aldırmadan yürüdü
. Bugüne kadar hep bir çıngıraklı
yılan gibi yaşamıştı , ama şimdi bu
karanlık ve ıssız gecede gökteki yıldızların altında sakin sessiz ve sabırla bekliyordu . Bir zamanlar
rengi beyaz olan gömleğini
imdat bayrağı gibi yapmış ve
demir yolunun tam ortasına dikmişti .
Bir kaplumbağa gibi kabuğunun içine çekilircesine eski ceketinin içine sığındı , gündüzün aksine
çölün soğuğu şimdi üzerine çullanmıştı . O sesi
yine duymaya başladığını hissetti , kızılderilinin ayak sesleriydi bunlar , çıngırakların sesi ve ay ışığının vurduğu uzun gölge ve elinde tuttuğu kaplumbağa kabuğundan tas
, gözlerini usulca kapadı ,ses ve gölge
iyice yaklaştı , tüm bedenini
kapladı , üzerinde tatlı bir ağırlık hissetti . Ve derin bir uykuya daldı ...