30 Nisan 2014 Çarşamba

1 MAYIS İŞÇİ EMEKÇİ BAYRAMI KUTLU OLSUN














BİR MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİ BAYRAMI HEPİMİZE KUTLU OLSUN ..

DEMİRCİ'DEN

(...)
"Gözlerinizi açıp bakın şu Mutsuzlara,
Vahşi güneş altında kavrulup al al yanan,
İnsafsızca ezilen, alınları çatlayan
Mutsuzlara bir bakın! Pek sayın Burjuvalar,
Onlar da sizin gibi insan. Lütfen şapkalar
Çıkarılsın. Haşmetli! Gör, tanı bizler kimiz,
Yeni büyük çağların büyük İşçileriyiz
Evet İşçiyiz bizler. Bu yeni çağda bilmek
Ve çalışmak önemli. Sabahtan akşama dek
Çalışacağız, örse inecek çekicimiz,,
O mutlu yarınların, bilimin avcısıyız.
Savaşını sabırla kazanan insan bütün
Engelleri yıkacak, galip gelecek bir gün
Dizginler ellerinde, bir ata binmiş gibi!
Demir ocaklarının ey görkemli alevi
Kötülüğe son artık! Bilgisizlik çok korkunç!
Bilip öğreneceğiz, ellerimizde çekiç,
Bilineni yeniden gözden geçireceğiz
"Kardeşlerim yürüyün! İleri!" diyeceğiz.
Soylu bir yürek ile sevdiğimiz kadının
Tatlı gülücükleri altında çalışmanın
Ve sade bir yaşamın büyük düşünü kurduk.
Kardeşçe çalışmayı nice özleyip durduk.
Görev aşkı borazan gibi kulağımızda
Çaldıkça, kıvanç dolu, kendimizi nasıl da
Mutlu duyardık bizler;yeter ki o zorbalar
İki büklüm olmaya halkı zorlamasınlar,
Ve ocağın üstünde asılı dursun tüfek...
............................................................

(...)

Arthur RIMBAUD

29 Nisan 2014 Salı

Bir İlk Deneyim : Yarı Maraton Koşmak

Koşmaya başlarkende  koşarkende düşünürüm , ne için koşuyorum ? Ya da koşarken ne düşünüyorum , koşunun bana katkısı ne diye ?  Aslında açık söyleyeyim bunların çok net cevapları yok . Sadece şunu biliyorum ki  koşmak gerçekten bana büyük bir zevk veriyor .  Ancak asıl zevk veren kısımı da şu ki  , antrenmanlar , hazırlık ya da sağlıklı olabilme adına yapılan ve tek başınıza gerçekleştirdiğiniz koşular farklı iken , bir büyük yarış etkinliğinin içinde yer almak bambaşka bir heyecan , zevk , mutluluk ve hatta huzur yaşatıyor insana  ...
 
Binlerce kişinin oluşturduğu bir kalabalık içinde aslında yalnızsınızdır , görünen şekliyle binlerce kişiyle  birlikte koşarsın , birleri yanından geçer gider , sen birilerinin yanından geçer gidersin , o esnada bunca kalabalık içinde aslında herkes kendisi iledir  ve öncelikli mücadelesi kendine karşıdır  .  Benim gibi  yarışlarda  kürsü ya da derece gibi iddiası olmayıp kendi kendisiyle yarışanlar için bu uzun yarış süreleri  kendi kendinizle kalma , düşünme , mücadele etme ,  konuşma , ya da zaman zaman tamamen transa geçmiş gibi herşeyden kopmak gibi olağanüstü bir  beyinsel dinelmeye  katkı sağlayabiliyor .  Tüm bedeniniz ve kaslarınız hatta  zihniniz bile bitik bir halde iken bomboş bir hisse kapılabiliyor yalnızca artık yarışı bitirmeye varış çizgisine konsantre oluyor  , sizi zorlayan " bırak" ya da   " çok az kaldı biraz daha gayret " diyen o iki iç sesinizden başka kimse olmuyor .  İşte o anda ki mücadeleniz  finiş çizgisini geçtiğinizde  tarifsiz bir hazza dönüşüyor .

Uzun mesafeli koşular mesafelerle beraber sizi de farklı içsel ve fiziksel hallere sokuyor . Örneğin  21 km'lik yarı maratonu koşarken  ben de mesafeyi  dörde böldüm , ilk beş kliometrede rahattım , bu süre ve mesafede çevreye duyarlıyım , insanları izlerim , aklıma günlük meseleler gelir , koşunun parkuruna göre  manzaraya bile dikkat kesildiğim anlar olur . Ancak sonrası  yani onuncu kilometreye doğru giderken artık yanızca kendimle kaldığımı farkederim yanımdan geçenlere ya da geçtiklerime hiç odaklanmam ,  bedenimi dinlemeye yorgunluğuma ve kaslarımdaki  ağrlarıma odaklanırım , bu eşiği geçmek ilk önceliğimdir çünkü  on kilometre benim için eşiktir , buralarda içimdeki olumsuz ses  " bırak " demeye başlar .  Ancak onbirinci kilometrenin ilk metreleri ile  beraber onu yendiğimi hissederim. Artık  onbeş kilometre çizgisi tek hedeftir ,  zihin neredeyse boşalmıştır , tek düşünce bedenin , yolun uyumu ve gücümün beni nereye kadar taşıyacağıdır . Koşu içinde yarışçılardan ya da  etraftan bir tepki  ( Yarışçıların biribirini tetiklemesi motive edici sözleri , bir motivasyon çığlığı , ya da yolun kenarına dizilmiş seyircilerin teşvik nidaları , alkışları , tempo ritimleri gibi ...) yoksa bu rutin düşünce ile temponuzu hafif düşmeye başlar ama halen bedensel bir sporcu sakatlığıda yaşamıyorsanız  koşar koşar koşarsınız .  Gözüm bunda sonra sürekli  kalan mesafeleri gösteren tabelaları arar , tek hedefim ve tek düşüncem metrelerin azaldığını görmek  ve onları geçtikçe bir kez daha başardığım hissi dışında hiç bir şey hissetmemektir .  Bakarsınız ki onbeşinci kilometrede bitmiştir  . Artık tek düşünce  yirminci kilometreye ulaşabilecek miyim acaba demektir .  Parkur bildiğiniz biryerse farkında olmadan onu belli kısımlara bölerim , tek tek onları geçmeye odaklanırım , yolun üzerindeki bir okul , bir park , bir kavşak , bir rampadır çoğu zaman bunlar  . Bu arada beden yavaş yavaş tükenir , bitme noktasına yaklaşır .  Bu dakikadan itibaren zihin ve beden uyumu devre dışıdır , tamamen otomatik olarak hedefe yani varış  çizgisine doğru koşarsın . Buradaki her adımda her metrede ve kilometrede  zihin boşalır  , kaslarda laktik asit oranı artarken , bedene binen ağrılar zihinden sorunları , sıkıntılar , stresi emer alır  ve o son çizgiden geçtiğinizde  tüm bunlarda sonuca ulaşır . Bir kez daha bir koşudan çok daha ötesini başarmış olduğumu bilerek  geçerim o çizgiyi... " Koşmasam Yazamazdım" kitabının yazarı Haraki Murakami'de şöyle tariflemiş konuyu “Koşmak benim için etkin bir egzersiz, aynı zamanda etkin bir metafordur. Ben koşarken ya da bir yarıştan diğerine giderken ulaşmayı hedeflediğim ölçütün çıtasını azar azar yükselttim, bu hedefleri başarmak yoluyla da kendimi yukarılara taşıdım (…) Dünkü kendimi biraz olsun geçebilmek; önemli olan iste bu. Uzun mesafe koşularında geçmem gereken bir rakip varsa bu geçmişteki kendimden başka kimse olamaz çünkü.”

Koşmak aslında insanın kendisini en iyi tanımasını sağlayan unsurlardan  biri bana göre  , yalnızlığının zihinsel sınırlarını ve aynı zamanda bedeninin sınırlarını da keşfetmesidir .  Pistte , patikada , ormanda ya da asfaltta nerede koşarsam koşayım her bitirdiğim mesafenin bana büyük kazanımları olmuştur .

Son olarak  27 Nisan 'da Haliç merkezli  Balat- Eyüp- Sirkeci-Yenikapı - Balat parkurunda  İstanbul Yarımaratonunu koştum .  Son üç yıl Avrasya Maratonunda 15 km. koşu deneyimlerim ve  iki kez 14. km. Patika koşu deneyimim olmasına rağmen ilk kez 21.km gibi benim için efsane bir mesafe ve yarışta  kendi kendimle yarışmam ve bu olağan üstü deneyimi yaşamam bir ilkti .  Çok zor oldu , ama bitirimiş olma başarısını sağlamış olmak bana yetti .  Yukarıda aktarıklarım da yarışın ilk beş kilometresi sırasında  kendi kendime aklımdan geçenlerin bir kısmıydı .  Sizde kendinizle baş başa kalmak ve  sınırlarınızı merak ediyorsanız , bu kadar uzun mesafeli olmasa da  bu deneyimi yaşayabilirsiniz .  Ancak koşu antrenmanlarla değil bu tip yarışlara kaydolup , heyecanı ,  sosyalliği ,  mücadeleyi ve motivasyonun sağladığı hazzı yaşamanızı mutlak öneriyorum .  Yarışa katılmak demek kürsüye çıkmak demek değildir , kendi kürsünüzün en üst basamağınıza çıkmak demektir bana göre , siz de oraya çıkabilirsiniz . 

Haydi şimdi ...

Aylak Adam .
Nisanın son günleri 2014

Bir alıntı :

Koşmak bedenin kitap okumasıdır’. Nasıl insan kitap okudukça beyni gelişir, aydınlanırsa koşarken de aynı şeyi kaslar yaşar. Koştuktan sonra kendimi daha diri daha hayata ait hissediyorum

Mustafa Balbay


Okunası bir kitap önerisi :  Koşmasaydım Yazamazdım/ Haruki Murakami/ Çeviren: Hüseyin Can Erkin/ Doğan Kitap/ 170 s.

Kitapla ilgili bir yazı : 
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/26853/Haruki_Murakami_den__Kosmasaydim_Yazamazdim_.html#

16 Nisan 2014 Çarşamba

Sakın Şaşırma - Orhan Veli 100 Yaşında da Karşına Çıkabilir


Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından düzenlenen Sakın Şaşırma: Orhan Veli 100 Yaşında sergisi..
Bazı isimler vardır ki sanırım sevmeyeni yoktur , yani ya seviyorsunuz ya da hiç bilmiyor olabilirsiniz .  Bence Orhan Veli'de böyle bir  şair   ve kişilik yani herkesce sevilen olan ... Özellikle  36 yıla sığan kısacık bir yaşam ,  o yaşamın içinde geriye bırakılmış muhteşem eserler . Buna rağmen zorlu , yoklukluk içinde geçmiş hatta  ızdıraplı bir aşk ile de bezenmiş bir yaşam .  Ama azimli ve çalışkan bir  edebiyat adamı .  Orhan Veli'yi   sanırım herkes kendince tanımlayabilir ,  bu  yüzdendir ki   YKYS'nin  bu sergisini  yolu düşünler ziyaret etmeli diye düşünüyorum .  El yazması şiirleri ,  özel aile arşivinden fotoğrafları , özellikle  binbir güçlük ve mücadele ile çıkardığı  ( Bknz:   Nahit Hanım'a mektupların satır araları...)  Yaprak dergisinin sayıları ,  yazıları ,  notları ... Kendisini tanıttığı harika bir el yazısı ile mektubu ...  Kitaplerının ilk basımları , taslakları ...  
Gittim , gördüm , yaşadım , hiç şaşırmadım , çünkü 100 yaşında da Orhan Veli  halen aynı duyguları bize tazecik yaşatabiliyor halen ...
 Aylak Adam
Nisan'ın ortası 2014
-----
Sergi'den bazı alıntılar ve kendi çalışmam fotoğraf kolajı ile ...
Alıntılar
Sergide 36 yaşında yitirdiğimiz şairin kısacık yaşamı kronolojik bölümler halinde, bütün yönleriyle ortaya konuyor.  Orhan Veli arşivindeki ve koleksiyonerlerdeki fotoğraflar, mektuplar, şiirler, kitaplar, gazete ve dergiler, resimler, heykeller ve çizimlerden oluşuyor.  1949 yılında Orhan Veli’nin önderliğinde sadece 28 sayı yayımlanabilen sanat gazetesi Yaprak’ın abone defteri ve klasörünün, Orhan Veli’nin cep defteri ve kalemlerinin, dördüncü şiir kitabı Yenisi’nin (1947) matbaa manüskrisinin ve daha pek çok ilginç mektup ve imzalı kitapları görülebilir ...

SERGİ KATALOGDAN...

Orhan Veli, 7 Mayıs 1941’de askere gitti...31 Mart 1944’e kadar Gelibolu’nun Kavak köyünde II. Kolordu 66. Korugan Alayı 3. tabur, 10. bölük takım komutanlığında piyade yedek subay ve teğmen olarak askerlik yaptı ve teğmen rütbesiyle terhis oldu.

Gelibolu’da askerlik ederken Salim’in meyhanesine gidermiş... Orhan, askerken arada bir talimi asarmış. Çadırın kapısına da şöyle bir kâğıt iliştirirmiş:

Herkes gider talime
Orhan gider Salim’e


Yani, bu demek ki, “Gelin, birer tek atalım”. Talimi asan, kaytaran, içkiden hoşlanan da soluğu orda alırmış...

Orhan Veli askerlik dönüşü bir yıl Millî Eğitim Bakanlığı’nın Tercüme Bürosu’nda çalışır. O sıra ikinci şiir kitabını çıkarır: Vazgeçemediğim. İlk kitabı Garip’te olduğu gibi bu kitabının da son şiirinin son mısraı Orhan Veli’nin en meşhur mısralarından biri olur:
"Bir de rakı şişesinde balık olsam"

Muvaffak Sami Onat bu mısra ile ilgili şu açıklamayı yapıyor:  Bir gün kendisine “Bir de rakı şişesinde balık olsam”ı hakikaten şiir diye inanarak mı yazdığını sormuştum. “Hayır tabiî,” dedi, “ama ne yapayım, görüyorsunuz. ‘Yazık oldu Süleyman Efendiye’yi yazmasaydım asıl şiirlerim okunmayacak, kendimi anlatamayacaktım. Garip’i o malûm ve meşhur satır okuttu. Vazgeçemediğim’in okunması için de kitabın sonuna o deli saçmasını koymaya mecbur oldum. Baksanıza Destan Gibi okunuyor mu?” (Zafer gazetesi, 10.12.1950)


Orhan Veli bunları söylemiş midir? Özellikle kendi yazdığı mısra için “deli saçması” demiş midir? Bilemiyoruz ama ondan çok çok önce Nedim'de aşağıdaki şiiri söylediğinde  kendisi dahil, “deli saçması” diye tanımlayan çıkmamıştır sanırım.

Destide kadehte doyamam görmeye bâri
Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam.


 [ Deep Note :     Aylak Adam Araştırması ile tercümesi
( Ey berrak cevhere benzeyen şarap! Seni testide, kadehte görmekle doyamam (Destide kadehte doyamam görmeye bâri )  Senin saklandığın mahzenin olsam bari. (Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam)  

Şair, sevgi kadehine ulaşmayı başarmış, ancak yinede dertli ve endişelidir.Çünkü aşık, sevgi kadehini ele geçirmesine rağmen onu her an kaybetme kaygısını taşıyor.   ] 


Tercüme Bürosu’ndaki işinden Hasan Âli Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer’in baskıcı tutumu nedeniyle istifa eder. 
Kitaplarının yanı sıra 1 Ocak 1949 - 15 Haziran 1950 tarihleri arasında, Yaprak dergisini 28 sayı çıkarır (ölümünden sonra arkadaşları anısına bir Son Yaprak yayımlarlar).
14 Kasım 1950’de öldü Orhan Veli. 17 Kasım’da Beyazıt Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Rumelihisarı mezarlığına gömüldü. Mezarı bir zamanlar oturduğu “Urumeli Hisarı”nın hemen altındadır. Taşında Emin Barın’ın yazısıyla yalnızca,   " Orhan Veli    1914-1950"    yazar. Sunay Akın’ın dediği gibi şiirden attığı kafiye gelip  mezar taşına yerleşmiştir.

21 Mart 2014   İstanbul


9 Nisan 2014 Çarşamba

Aylak Esareti


Öğleden sonra  arka kapıdan çıktım ,  bu devasa büyüklükteki şehrin uzaklarında bir tepede kurulu olan çalıştığım şirketin operasyon binasının hep arka kapıdan çıkarım , sonra  binanın arka bahçesi diyebileceğimiz  büyük yürüyüş alanında/ bahçesinde   bir tur atar ,sonra ön kısmına bağlanan  bir minik yamaçtan yukarı  çıkar ön kapıdan içeri girerim .  Bu yürüyüşlerimde  tarlayı andıran alandaki  çimenler , böcekler ,kuşlar , kısaca toprak anama ve onun çocuklarına  odaklanırım . Onlarla konuşur , bazen dokunurum . Yerden bir tutam çimen alıp avuçlarınızda oğuşturup  sonra onları koklarsanız , toprak ananın en güzel kokularından birini duyumsarsınız ...

Bugün de öyle yaptım , hatta bir ara  minik bir meşe ağacının dibine oturdum ,  ayakkabılarımı çıkardım , yalınayak yürüdüm ,  çimenlerin üzerine sırtüstü uzandım . Tam o esnada  yeni yaprak salmaya durmuş  meşe ağacının yapraklarının arasında  mavi gökte  ardında beyaz izler bırakarak giden bembeyaz bir uçak gördüm ,  bir an içinde kimbilir kimler vardır , kimbilir nereden gelmekte nereye gitmekteler diye düşündüm , sonra  o demir kuş yerine  geçen günlerde rastladığım leyleklerden görmeyi arzuladığımı hissettim  , gerçekten nerede kalmıştı leylekler , yoksa gelmeyecekler miydi ? 
...

Orada öyle yatmışken derin bir nefes çektim çigerlerime  , sonra ardarda iki kez hapşurdum , güldüm kendi kendime ;  ben güldükçe ,  bitkiler hatta polenleri bile güldü , hatta belki kuşlar , hatta belki de uçaktaki birisi bile  ...

Sonra  baharda ki bu kısa özgürlüğümü dışarıda bırakıp , esaretime  , o dev  binaya geri döndüm , ta ki bunları yazıp ruhum özgürleştirene kadar ...

Aylak Adam
 
( Nisan başları -  İzmit yakınları)
 

5 Nisan 2014 Cumartesi

Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek ?


Ayvalar ve erikler  bu harkulade iki meyvenin hayatımda önemli yerleri olduğunu söylemeliyim . Nasıl mı ? Öncelikle en sevdiğim iki meyve , çocukluğum ilk anılarında  , köydeki evimizin bahçesinde ki ayva ağaçları ve harkulade lezzetli ayvaları , komşumuz Havva ablanın bahçesindeki , okul bahçesinde ve yazlık bahçelerindeki cezbedici  can eriklerinin olgunlaşması ile başlayan " göz hakkı" erik operasyonlarımız .

Ben aslında yılı çocukluğumda ikiye ayırmışım belki de  , yaz ve kış diye ; baharlar arada kaynar gider  tempolu  geçen hayatın içinde .  Bugün de belki de öyle , hatta bugün daha da öyle . Çok hızlı koşmaya başladı yıllar ...

"Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek " der bir musiki parçasının güftesinde, bilirsiniz . Aslında ayvanın şarkıdaki merhabası ile meyve ayvanın vedası da birbirine karışır . Nasıl mı ? Nisanda,  mayısta çiçeklenen ayvalar en geç meyve veren ağaçlardır. Ancak ekimde, kasımda  gelir  sulu ve güzel ayvalar soframızda , geç olgunlaşan ve beki de en dayanıklı , en sağlam ve en uzun ömürlü  meyvelerden biridir , bu yüzdendir ki içinde  ki kurtlara bile yine de en dayanıklısıdır .  Tüm kış sizi yalnız bırakmaz .Kışın çetin şartları gibidir o da  .  Ancak ne zaman ki  mart biter , baharın ilk yaz çiçekleri açar  hatta ilk meyveler ortaya çıkmaya başlar . Ayva artık döngüsünü tamamlar görevi sona erer .  Yerini  baharın en sabırsız , en heyecanlı meyvelerine yani eriklere bırakır . 
Bu da bir başka döngünün başlangıcıdır . Ayvalar ile  uzun bir kış geride kalırken , yaz mevsimini  yeşil ve sulu tap taze can erikleri selamlar .   

Bugün kızımla tezgahlara düşmüş ilk yeşil eriklerden aldık . Eve gelip tabağa koyduğumuzda , gözüme kenarda mahsun duran ayva takıldı .  İkisini aynı tabakta yan yana koydum . Bir duble de rakı doldurdum  ve bu iki şahane meyve ile birine uğurlama yaparken , bir diğerine hoş geldin dedik .

Çünkü benim için bir ritüledir  bir duble rakının yanında ki meyve  , olmazsa olmazdır .Yılıda ikiye bölerim sofrada  , erik mevsimi ve ayva mevsimi diye . Yani yaz ve kış gibi . 

Hoşgeldin yaz  , güle güle kış . Güle güle ayva , hoşgeldin erik ...

Ya peki , ayva çiçek açmış yaz mı gelecek , yoksa ...


Aylak Adam 
Nisanın başları 2014




2 Nisan 2014 Çarşamba

Uruguay 'a gideriken aldıda bir yağmur ( Rust ve Marty Muhabbetleri )





Kahramanlarımız iki dedektif  Rust Cohle ve Marty Hart  " True Dedective " isimli  dizi
için uğraştıkları  işleri bittikten sonra işsizdirler .  Hayatları  sıkıntılı bir biçimde sürmektedir .  Artık Amerika'da iş yapmaları mümkün değildir . Günlerini  Rust'un takıldığı  köhne barda  içerek ve TV seyrederek geçirmektedirler .   

Böyle bir gün  TV'NİN uluslararası  haberlerinde  özel bir haber gözleri ilişir .  Uzak bir ülkede bir karmaşa yaşanmaktadır ... Bu ülkede ortak arkadaşları vardır ve Rust yıllar önce bu ülkede bulunmuş ve iyi dostluklar kurmuş, arka sokak meyhanelerinde  takılmıştır .  Ülke insanlarını sevmektedir .  Haberi duyunca o günler aklına gelir .  

Arkadaşını arar , uzun süre konuştuktan sonra , telefonu kapatır ve  TV haberine daha yakından ilgi gösterir ...

Marty bu duruma meraklanır ve niye  bu kadar ilgilendiğini sorar .  Rust'da ona  arkadaşıyla muhabbetini anlatır. Arkadaşı artık ülkesinde ki bu durumdan sonra yılmış ve Uruguay'a  yerleşmeyi düşündüğünü söylemiştir .  Ya bu durumu kafasında çözecek ya da Uruguay'a gitmekten başka çözüm bulamadığını söylemiştir. 

İki aylak dedektif  yeni bir heyecan olarak bu olayı gönüllü olarak dert ederler , amaçları  eski dosta yardım etmektir ...

Sonra kendi aralarında aşağıdaki hikaye geçer...



Marty: Bırak bu takıntıyı Rust , iş bitmiş fiş gitmiş olum 

Rust : S..tir git Marty zaten canım sıkkın , bu ne lan , nasıl olur böyle birşey  !

Marty: Ne olacak oğlum sen kendi dünyanda takılıyorsun , hala işi çözecem diyorsun . Bi bok çözeceğin yok .

Rust : Dur bi  Marty , bak buradan  yeni bir  dosyayı açabiliriz. 

Marty : Lanet olsun Rust , hala görmüyor musun , senin umut ettiğin durum , kimsenin umurunda değil . Bu adamların umurunda bile değilsin . Bunlar senin şu anda bulunduğun bitik halini bile hayal dahi edemiyorlar , onların buraya ulaşması bile mümkün değil . Senin anlamadığın da bu ! 

Rust : Olum bu kadar mal olunur mu ya , s..tir , insan kendi ülkesine bunu nasıl yapar ? 

Marty : Rust küçük ve sıradan insanlardan bahsediyorum sana , küçük ve sıradan . Onlar kendi kendini köleliğe sürüklemekten memnunlar , küçük adamlar olduklarını bilmiyorlar bile , hatta herhangi bir şeyi bilmekten de öcü gibi korkuyorlar . 
 
Rust: Ne sayıklıyorsun Marty , kafana taş mı düştü, dün gece kimle birlikteydin oğlum sen ? Felsefeci bir kız mıydı yoksa?
 
Marty: Hadi ordan adamım, nereden çıkarıyorsun bunu , ben de arada şaşırtıcı olabiliyorum değil mi ? ... Ayrıca  burada ki olayda da şunu görüyorum ;  ne kadar az anlarsan , ona hayran olmaya o kadar hazır olursun adamım ! 

Rust : Marty , iki bira kap gel alışkın değilim sana , bu durum kadar şaşırtıcısın adamım ! 

Marty , dört bira alır gelir .

Marty : Bunlar böyle işte adamım , gözdeleri pislik içindeyken , onların gösterişlerle gururlanırlar ...
 
Rust : Ee Marty ?
 
Marty : Eee si bunlara aptal olduklarını , köle olduklarını , ne isterlerse yaptırabileceklerini söylüyorlar , tümünü semboller ile kurban ediyorlar.

Rust : Marty , kafam güzel oldu seni çekemem olum , yıkıl karşımdan git yat ...

Rust ,cigaradan derin bir nefes alır , birayı kapar ve dışarı doğru çıkar 
 
Ertesi gün Rust heyecanla içeriye girer , yeni gelişmeler olmaktadır uzak ülkede ...


Rust - Oğlum  Marty hava döndü , o yüzden ben de döndüm .

Marty - Saçmalama Rust , Uruguay fahri konsolosluğu ile görüştüm , iş tamam , gidiyoruz olum . Burada iş bitmiş .

Rust - Benim defterdeki bilgilerle bu söyledikleri tutmuyor , kıllanıyorum , huylanıyorum .

Marty - Bir karar vermemiz lazım Rust , tablo ortada , artık bunların arasında nefes almamız zor , karar vermiştik sanıyorum , gidiyoruz işte yeni bir hayat için ...  ( Hep berber Uruguay'a gitmekten bahsediyor )

Rust - Haklısın bunların sömürülen , boyun eğen , yalnızca kendilerine sadaka olarak verileni alan, karşılığını her istenildiğinde veren , sevgiye asla karşılık vermeyen üstelik görmüyor musun düşene bir tekme atmak için can atan . Üstelik gerçek yerine yalan söyleyen ve daima saldıranın yanında olan " Küçük Adamlar " olduklarını bilmediğimi mi sanıyorsun adamım ?

Marty - İşte şimdi kendin gibi konuştun , hoş geldin , seni özlemişim o halde , ee ne zaman gidiyoruz Uruguay'a , biletleri hemen ayarlayalım ...
 
Rust - Dur adamım gitmeden önce şunlara bir şeyleri daha anlatmamız lazım.

Marty - Neymiş ki o ?

Rust - Bunlar gazete ve Tv’de çıkan bir şeyi anlasa da anlamasa da inanırlar . Çok da korkaklardır. Neden mi korkarlar ? Her şeyden , atılımdan, bilgiden , akıldan , mizahtan , yükseklerden ve derinlerden örneğin .

Marty - Ben de o yüzden ...  ( Rust devam etmektedir konuşmaya )
 
Rust - Bunlara kitap okumak mı kavga mı seçeneği sunulduğunda,
kavgayı seçerler hemen, kendilerine gülündüğünü bile fark edemezler . 
 
Marty - Neden ?

Rust - Çünkü , kendilerini sefil, küçük, pis, dağılmış , iktidarsız , sert , sevgisiz ve boş hissederler . Hele ki saygının ne olduğunu bilmezler ...

Rust - İşin özü şu ki Marty , bunların hepsi kabız olmuş ve müshil alıyorlar ...

Marty - Ee Rust ? 

Marty - Ee si   ,  biz şimdi oraya gitsek ne olacak ki ? Sonuçta bunlar kendilerini aşağılayana göz yummuyorlar mı yıllardır ? Şarlatan sapık dolandırıcı dediklerine bir süre sonra dahi demiyorlar mı ? Peşinden koşup " yaşa , varol " diye bağırmıyorlar mı ?

Rust - Evet adamım aynen öyle ..

Marty - ? 
 
Rust - Büyük çoğunluğu bir asalak gibi sürekli tüketirler , ne bulurlarsa yer bitirirler. Ama bunlara bir iyilik yapmaya kalk , asla yaranamazsın !

Marty - Biz ne yapabiliriz o halde . Bir de Rust , bunların dindar ,muhafazakar oldukları söyleniyor , o halde bu nasıl olur ?

Rust - Ne yapabiliriz dersen , kanıtları ortaya çıkarıp bunu yüzlerine vuracağız ! Ayrıca bunların din ve dinsel hoşgörüden anladıkları tek şey yalnızca kendi dinine hoşgörüdür ! Bunlar büyük isyanların küçük evlatlarıdır . 
 
Marty - Büyük filazof dedektif iş başında . ( Gülümsüyor )
 
Rust - Bunlar kendi şehvetinden korkan , kendi gölgelerinden kaçan , karanlık gecede bir hırsız gibidirler . Bu tutumları ile de kendi mutluluğunu çalmakla kalmayıp , tüm insanlığın geleceğini de kemiriyorlar ..

Marty - İyi de Rust , en çok yaygarayı da yine bunlar koparıyor ? ( Artık gülümsemiyor )

Rust - Bağırıyorlar çünkü korkuyorlar adamım , ama şunu bilmiyorlar ki bağırmak bunları amaçlarına yaklaştırmıyor . Sonuçta hepsi ebedi bir sürgünler burada ve bu dünyadan sessizce çekip gidecekler en ufak bir iz dahi bırakmadan gerilerinde ...

Rust - Bak Rust sen bunları dediğinde aklıma  Bukowski üsad geldi  , o da bu asalakları ne de güzel anlatmış

“... Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar, işiyorlar üstlerine, sıçıyorlar. Geri zekalılar. Tek düşündükleri düzüşmek, para ve düzüşmek. Hiç düşünmeden yutuverirler Tanrı'yı, hiç düşünmeden yutuverirler Vatan'ı. Çok geçmeden düşünme yeteneklerini yitirir, başkalarının onlar için düşünmelerine izin verirler. Pamuk beyinliler. Görünümleri çirkin, konuşma biçimleri çirkin, yürüyüşleri çirkin. Yüzyılların olağanüstü bestelerini çalın onlara, duymazlar. Çoğu insanın ölümü bir aldatmacadır. Ölecek bir şey kalmamıştır geriye".


Rust - Koca Hank'e ne denilebilir ki , içen adam düşünen adamdır !

Marty - Peki biz işe nereden başlayacağız Rust ? Herhalde işin tepesine bakmak lazım ?
 
Rust - Sorunu temeline inmeden en tepesine bakacak olursak , gelinen noktanın yansıması orada ayna gibi parlıyor zaten . 
 
Marty - Nasıl ?
 
Rust - Bunların hukukunun önderliğin dünyanın boynunda bir ilmiktir. Bunlar gerçeklerden bahsetmezler , yalnızca gürültü yaratır ve onu dinletirler . Bu yüzden halen arkalarından " yaşa hürra " diye bağırıyorlar ya ...
 
Marty - Hmm, çok tuhaf tespitlerin var Rust ama , kabul etmeliyim ki adamım hepsi de çok ilginç . Ya başka ?

Rust - Bugünkü önderlerin gömlek değiştirir gibi düşünce değiştirirler. Ama bilmezler ki kurnazlığın insana yaptığı tek şey , onu zamanından önce mezara götürmektir. Bunlar sevgiyi çalarlar , para hırsları hiç bitmez ...

Marty - Bu durumda karşıt fikirlerin özgürce söylenmesi ve eleştiriyi de asla kabul etmelerini bekleyemeyiz.
 
Rust - Bu imkansız ! Karşıt fikir ve düşünceleri bunlar en kibarcası çığırtkanlık ve kötü şaka olarak damgalarlar . Bunların en sevdiği ve yaptığı sürekli eleştirmek isterler , eleştirilmek istemezler . Saldırıya uğramadan saldırmak da bunlara özgüdür ! Bunların yüzlerine taktıkları maskenin ardında barbar bir kimlik var, ruhlarının derinliklerinde kötü niyetliler ve güzeli geçip kötünün içine girerler . Mesela şöyle anla, bunlar egemen görünmek için köpek beslerler ...

Marty - Köpek mi , hey ben köpekten korkarım adamım ! 

Rust- Sakin ol Marty ! ( Çok nadiren olarak görüleceği üzeri , bu dea gülümseme sırası Rust'tadır , sıkı çocuk Marty köpeklerden korkuyor ha ! ) 
 
Marty -Bunların arasında kendimize nasıl bir yol arkadaşı , yardımcı bulacağız, işi nasıl çözeceğiz Rust ? 

Rust - Ah ! Şahane soru bu işte , bunlar yol arkadaşı olarak yalnızca meyhanede tehlikesizlerdir. 

Marty - Ah desene bu senin için kolay olacak o halde ? (Gülümsüyor ) 
Rust - S..ktir git Marty , konuyu sulandırma .
 
Marty -Tamam Rust , devam et , ama meyhane deyince .... Neyse de benim gözüm korktu dostum ...
 
Rust - Korkmam hiç bir şeyden , bilmemekten korktuğum kadar , o yüzden anlatıyorum ya Marty ...
 
Marty - Peki başka ? Bunlar tümü aslında zafiyetleri ama ya başka ?
Rust - Fıçı gibiler , fıçı gibi yiyiyor , dolaşıyor ,fıçı gibi düşünüyor ve fıçı gibi eğitiyorlar . Bugüne dek her şeylerini kumlar üzerine inşa ettiler . Sonuçta şimdi gelip yakınıyorlar . Hep düşünmekten korktular , kaçtılar çünkü düşünmek bedensel hisle bir arada yürür , oysaki bunlar kendi bedeninden korktular . Kendilerini hep küçük ve zavallı gördüler , biz kimiz ki kendi fikirlerimiz olsun dediler ! Sonuçta kendine çizdikleri daire içine hapsoldular ve bir çıkış yolu bulamıyorlar .

Rust - İşte tam burası bizim başlangıç noktamız adamım .

Marty - Başlangıç noktası mı ? Manyak mısın sen adamım ? Ben hemen arayıp uçuş bileti iptal ediyorum ! Kesinlikle Uruguay çok daha iyi fikir . Bu manyaklarla uğraşılır mı ? Ya da şöyle söyleyeyim aslında , bu kadar manyakla ancak senin gibi bir manyak uğraşır . Sana iyi şanslar Rust ! 

Rust - Hey Marty , nereye gidiyorsun , dursana .... Marty hey Marty !

...

BU HİKAYENİN SONU                  


Not : Bu hikayenin içeriği kimi küçük oynamalar ile hikayenin kurgusuna ve kahramanların karakterlerine uygun olarak değiştirilmiştir ve Wilhelm Reich 'ın " Dinle Küçük Adam " isimli kitabından esinlenilmiş ve alıntılanmıştır  .

Link : http://en.wikipedia.org/wiki/True_Detective_(TV_series)

Link 2:  http://www.aylakadam2013.blogspot.de/2013/10/dinle-kucuk-adam.html