27 Mart 2014 Perşembe

Mavi Kuş

MAVİ KUŞ
“Dağılın” dedi adam
Dağılmışız zaten çoktan
Hatta darma dağınıktık
Toparlanmayı (bile )unutmuştuk
Sonra günlerden bir gün
Gökyüzü karardı
Sessiz Ağaçların arasından
Çöktü dağınık benliklerimize
Kapladı her yanımızı
Şaşkın şaşkın baktık birbirimize
Önce her şey gaz bulutuydu
Sonra hayat başladı
Bir ses yükseldi gaipten
Ta hissettik içimizde
Direnmek özgürlükse
Direnecektik biz de
Ya hep beraber dedik
Ya da hiçbirimiz
Kurtuluş yoktu
Tek başımıza
Çelikten çiçekler taktılar
Bir kaçımızın başına
Uğurladık taçlarıyla
Onları sonsuzluğa
Umudun çiçek açtığı bir sabahta
O ağaçların arasında
Bir ses duyduk hep beraber
Mavi kuş geri gelmişti
Ve O bize , hayat verdi …
"grnm'o 22-3-14"

Kitap denizinde yüzmek



“ Bir sahafta ,  bir kitapçıda ya da bir kütüphanede   binlerce kitabın arasında dolaşmak  çalkantılı bir kitap denizde yüzmek gibidir , bazen su yutarsınız ve bu sizi kendinize getirir , bazen  boğulma tehlikesi geçirirsiniz ,  bazen umulmadık bir  can simidi sizi hayata döndürür ,  bazen karadan uzaklaştırır , bazen de bir adaya sürükler  ... ”  

Aylak Adam
Mart'ın son , ilkbaharın ilk günleri 2014



 
 
 
 

25 Mart 2014 Salı

Fareli Şehrin Şairi


Sevgili dostum Tarık anlattı ;  Beyazıt'ın Sahaflar Çarşısının kapısında ki dev çınarın dibini mesken tutmuş ve o  özdeşleştiği çınar gibi dimdik ,   yıllardır  onunla beraber yı(kı)lmadan duran , doğa dostu , insan dostu , hayvan dostu  , kısacası  tüm canlıların dostu  , güzel bakışlı , güzel yürekli şair  Hüseyin Avni Dede ile anektodununu ...


Bir gün dostum, yolda  elinde bir torba ekmekle ( parça parça ve fazla sayıda ) karşılaşır  Dede ile

"Hayırdır  Dede , ne yapacaksın bu ekmekleri  ? " diye sorar .
"Ya sorma  evdeki fareler götürüyorum ..."  der Dede .
" ! "  
Dostum duraklar , şaşırır ve şaşkınlığı geçince  sorar.
" Fareler mi , iyi de  niye ki ? "
Dede o her zamanki  naifliği , güleç yüzü ve rahatlığı ile  sakince yanıtlar
" Aç kalınca  kitapları yiyiyor namussuzlar ,  ben de onları besliyorum , aç kalmasın zavallılar " diye ve yoluna devam eder ...


Aylak Adam
Mart' ın Sonları 2014
İstanbul - Beyazıt



Fareli Şehrin Şairi    ( Şair Hüseyin Avni Dede'ye ithafen ...)

Dede ekmekleri elinde
Yürüyor her zamanki sakinliği ile
Kimse bilimez ki  Dede
Tıpkı masaldaki gibi
Korumaktadır şehri farelerden
Onları beslediği şiirleri ile
Her gece ...

( Aylak Adam - Mart' ın sonları - Gebze Yakınları )

24 Mart 2014 Pazartesi

İstanbul'da Bir Gün


İstanbul'da güneşli bir gün , ilkbahar mevsiminin ilk günleri. Mevsim henüz merhaba deyişini güzel bir günle hediye etmiş bize  . Biz de bu değerli hediyeyi geri çevirmiyoruz , değerli dostum Tarık ile Sirkeci Garında buluşup " İstanbul'da Yapılabilecek Çok Şey " düşüncemizin/projemizin  peşinde küçük bir tura çıkıyoruz . Sirkeci Garı , Demiryolu Müzesi , Filipe Köftecisinden köfte, piyaz , Gülhane Parkı Alay Köskünde açık olan belkide en güzel kütüphanelerden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar Kütüphanesi , Gülhanenin dar sokakları ve Sulatanahmet Meydanı , Çemberlitaş 'da ki Türk Ocağı Vakfı bahçesi , Basın müzesinde ki resim sergisi , Çorlulu Alipaşa'd a çay molası ( nargilelik vaktimiz yoktu ) , Beyazıt Sahafalar çarşısından geçip  iki koca efsaneyi görme hazzı  Şair Hüseyin Avni Dede ve onunla özdeşleşen devasa çınar , Beyazıt meydanı , Süleymaniye Kütüphanesi , Muhteşem Süleymaniye camii ile turumuzu tamamladıktan sonra , Süleymaniye’ nin virane, yıkık, terkedilmiş arka sokaklarından geçerken karşımıza çıkan Suriyeli göçmenlerin sefalet ve yokluk içindeki yaşamlarına da tanıklık etmek duygusu ... Kısacası İstanbul'da yapacak çok şey var , sadece kalkmalı ve onu yapmalısınız , size kucağını açmış , daha ne yapsın . Onu ve kendinizi değerli kılın , haydi kalkın ne duruyorsunuz...

 
Gezi’den kareler

 
İlk durağımız : Sirkeci Garı ve İstanbul Demiryolu Müzesi , Sirkeci Gar Restaurantı ve Filipe Köftecisi
 


İkinci durağımız : Gülhane Parkı , Ahmet Hamdi Tanpınar Kütüphanesi

 
 
Sonrasında Gülhane'nin dar sokağından yukarıya tırmanırken tesadüf ettğimiz lhami Alabay Sanat Galerisi - Basın Müzesi Kamuran Özdemir Resimleri ( Kavak ağacından tahta tuval üzerine yakma tekniğiyle yapılmış resimler . Galata Kulesi tablosu harikaydı )


 

Efsane Beyazıt Meydanı ve iki efsane çınarı : Şair Hüseyin Avni Dede ve gölgesinden ve kuytusundan yıllarıdır ayrılmadığı Çınar ... Türk Ocağı Vakfı Bahçesi ve mezarlar, Süleymaniye Kütüphanesi ve muhteşem Süleymaniye Camii

 
 
 
Aylak Adam
Mart ayının soları , baharın ilk günleri . 2014

21 Mart 2014 Cuma

Simurg " OTUZ KUŞ"

SİMURG EFSANESİ

Simurg bir masal kuşudur .

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.....

Simurg  kuşların sultanıdır . Yaşayan tüm kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortalıkta görünmez olmuş , kuşkulanır olmuşlar .  Sonunda dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte  sultanı bulumak ve huzuruna gidip ondan  yardım istemeye karar vermişler.

Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın ardındaymış . Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... Bunlar , istek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Ama  sultanları Simurg’u bulamamışlar orada
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... “murg" ise "kuş"... "Simurg - otuz kuş" demekmiş.O an da  30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.

...

Bu efsaneye özgü kıssadan hissem :  Çok var ama en kısası şu ki ;  bekleme , arama , her şey senin  içinde diyor binlerce yıl öncesinden bizlere.  Bu yüzden  de bu mitolojik hikayeleri seviyorum , aklın yolu 5000 sene önce de , 5000 sene sonra da bir  , akılsızlığın yolu da hiç değişmiyor !!!    Sonuç eşittir  , yaşayan insan ya da tüketen yaratık !  :)

Alıntı ve derlemeler : Aylak Adam

13 Mart 2014 Perşembe

Sen çok büyüksün ÇOCUK !



Sayıları belki milyonu bulan bu insanları bugün kimse buraya -beleş- otobüslerle taşımadı , kimse onlara kumanya vermedi , belki birçoğunun aklına bugün yemek hiç gelmedi , su içmedi , susamadı , yalnızca su isteyen mezarın üzerini kendi gözyaşları ile suladılar, kimse ceplerine de sadaka niyetine üç beşte kuruş da koymadı , kimse fotoğraflarını fotoşoplamadı da ...  Kimisi okulunu , kimisi işini , kimisi hastasını , kimisi çocuğunu , kimisi her şeyini bırakıp aktılar aktılar sel olup geldiler , geldikçe çoğaldılar , çoğaldıkça büyüdüler ... bir o kadar gelemeyenler de yürekleriyle ruhlarıyla oradaydılar . HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ , bunca acıya bunca zulme rağmen bu insanlar olanca vakur tavırları , insanı insan yapan değerleri ve davranışları ile , daha önceleri de çok defa kanıtladıkları gibi , evrensel değerleri ve hür iradeleri ile bir cenazeye katıldılar yanan yürekleri belki çok kızgındı , belki çok acılı . Böyle anlarda insan belkide duygularına gem vuramaz , bir sel olur ya da bir ateş her yeri de yakıp yıkabilirdi , ama onlar bunu da yapmadılar , çünkü biliyorlardı , bilinçli , akıllı , acılı , duygulu , öfkeli ... Kimi sessiz sedasız , kimi sloganlarla yürüdü , sayıları belkide milyonu bulan bunca insanın böyle bir anda bu kadar etrafına zarar vermeden gösterebileceği en medeni en çağdaş katılımlardan biriydi bu belkide içi bu kadar acı dolu olan şeye rağmen ... AMA - birileri - BUNU BİLE ANLAMADILAR diye bitirmeyeceğim bu satırları ... BEKLİYORLARDI , hemen sonrasında yaşanmaya başlayanar birilerinin beklentileri gösteriyor , ama avuçlarını boş kaldı ! Çünkü halk yalın bedenleri ve ruhlarıyla direniyor , çünkü - birilerinin beklentilerinin aksine - bu ülkeyi karşılıksız seviyor , çok çeşitli olan değerlerine saygı duyarak sahip çıkıyor , insanı insan yapan değerlere ... sevmeye de devam edecekler, bu güç umutsuz geçen karanlık günlerin ardından bir ışık saçıyor geleceğe doğru ... 


Sen çok büyüksün ÇOCUK ! 



Ek not :  Yukarıdaki ifadelerden çok kısa bir süre sonra geceyarısı karanlık sokaların içinde bir karanlık olay gerçekleşti ve bir can daha gitti .

Neyi kastettigim gece olup karanlik basip el ayak cekildikten sonra kendini gosterdi . Adilik korkaklik aydinlikta bir hictir . Ancak saklanabilecegi arkadan vuracagi ve nankorlugunu gizleyecek karanliilari ve tenhalari bekler . İsik olun her yeri aydinlatin . Karanlik kendi korkusunda bogulsun

11 Mart 2014 Salı

Küçük Kara Balıklar

Bugün sonsuzluğa giden  Berkin Elvan'ın aziz anısına adanmıştır 

Büyüklere Masallar - 2
 
KÜÇÜK KARA BALIKLAR 
 
Bir varmış , bir yokmuş  uzak diyarların içinde gizlenmiş güzel mi güzel bir vadinin koynunda akan bir derenin içinde bir grup KÜÇÜK KARA BALIKçık yaşarmış . Yaşarlarmış ama bunların diğerlerinden en büyük farkı ,  kendi kendilerini sorgulamak , bilinmeyenleri merak etmek ve yenilikleri , güzellikleri aramak , daha yaşanabilir bir dünya istemekmiş ...

Bu KÜÇÜK KARA BALIKçıklar bir süre sona  bulunmak zorunda oldukları  bu derenin içinde yaşamaktan sıkıldılar , kendilerine BÜYÜKBALIKLARca uygun görülen yaşamdan  , kısıtlamalardan , baskılardan, rollerden bunaldılar ve bir karar aldılar  ... Ve bir gün o  geri dönülmez , onları geleceğe, güzelliğe taşıyacağına inandıkları artık geriye dönüşü olmayan  o büyük GEZİye çıktılar .  Amaçları geleceğe , aydınlığa , sonsuzluğa ve özgürlüğe yani engin denizlere , okyanuslara varmaktı , her şeyi göze alıp yola koyuldular . Bu KÜÇÜK KARA BALIKLARın her biri farklı farklı dağların doruklarında doğmuş oldukları derelerle çağlayıp geldiler, birbirlerinden habersiz  ...  Ve  bir ovada buluşup çoşkulu bir nehir oldular ve aktılar , aktılar , aktılar ... Özgürce ve coşkuyla , denizlere okyanuslara varmaktı amaçları . Yol ve yolculuk çok zorluydu , sonu öngörülemez bir maceraydı , bu onların heyecanını da bir o kadar arttırıyordu . Bir oldular , birlik oldular , farklılıkları onları güçlü ve dayanıklı kıldı  . KÜÇÜK KARA BALIKLARIN bu yolculuğunu duyan birtakım diğer hayvancıklarda onlara engel olmaya çalıştılar,  aldıkları bu ürkütücü (!) haber üzerine. Çünkü bu eylem onların yüzyıllardır kurdukları düzenlerini, alışkanlıklarını , ezberlerini bozmuş,  onları  rahatsız etmişti .  Ya bu yolculuk onların küçüklerine de örnek olur  , ya onlarda gitmeye kalkarsa diye paniğe kapıldılar ... Hemen harekete geçtiler , porsuklar baraj kurdu , penguenler yollarını şaşırtmaya çalıştı , leylekler onları tek tek avladı , kurbağalar yollarından etmek için ne dolambaçlı yalanlarla onları kandırmaya , birbirine düşürmeye çalıştılar . Ama onlar yılmadılar , o denizlere , o okyanuslara  ulaşacaklardı ...



 
KÜÇÜK KARA BALIKÇIKLARIN bir kısmı bu zorlu  yolda büyük darbeler aldı , kimi bir kanadını kaybetti , kimi kuyuğunu , kimi de bir tuzakta , bir oltada ya da bir ağda canını verdi , bir kısmının yüzdüğü derelere barajlar ( HES ) yapan insancıklar çıktı , yolları kapandı , tutsak kaldılar , gidemediler  ! Ama diğerleri hiç yılmadı  , geride kalanlar içinde yollarına devam ettiler ... Ama bu yolda  KÜÇÜK KARA BALIKLARIN en çok anlayamadığı şey , onları alıkoymaya çalışanların bir başka balık türünün olmasıydı ! Bunlar akvaryumlar için evrilmiş süs balıklarıydı ve onlara en çok engeli , en büyük zorlukları çıkaranlar da bunlar oldu. Akvaryumlarında yiyecekleri için sahiplerine mutlak bağımlı olan, onlara muhtaç olan bu süs balıkları ! Sonuçta onlarda bir balıktı , o halde nasıl olur da kendilerini, hiç olmazsa türlerinin temel güdüsü olarak dahi anlayamazlardı , onlarda balık değiller miydi ? Nasıl olur da tutsaklığı bu kadar özlerinde benimser , özgür denizlere, okyanuslara, yani geleceğe gitmek isteyen kardeşlerine en büyük hainliği ve  engeli onlar çıkarırdı  ? KÜÇÜK KARABALIKLAR diğer tüm engellere hep hazırlıklıydı ama bu süs balıklarının ihanetini asla ANLAYAMADILAR ! Yüreklerini yakan en büyük acılarıda hep bu oldu !

ANCAK yılmadan yollarına devam ettiler ...

Ne mi oldu sonunda ? Bugün o denizlerde , okyanuslarda özgür bir yaşam varsa ve sürdürülebiliyorsa her tür engele rağmen , hepsi bu  çoşkulu , inançlı, heyecanlı ve meraklı KÜÇÜK KARA BALIKLARIN çabasının sonucuydu  ...

Aylak Adam
Mart ayının ortasında  acı dolu bir günde yazıldı .

6 Mart 2014 Perşembe

48 yıllık ilk dokunuş

Yaşasın Deniz !  Yaşasın hayat !  Yaşasın kitap !

" 1964 yılı kasım ayında İstanbul'da Yeni Matbaa'da basılmıştır "  

yazıyordu  kitabın başındaki dipnotta ...  Yani 48 yıl önce ...

Okumaya başladım , okudum , okudum , sayfaları çevirdim yine okudum . Sayfa numarları da basılmamıştı kitabın , o yüzden sayfa numarasını da veremeyeceğim .  Bilen bilir , eskiden kitaplar blok kağıtlara basılıp ciltlendiği için  kesimleri de yapılmadan basılabilir - aslında daha çok eski dergiler , broşürler vb-  siz de elinize onu aldığınızda   sayfalarını açamaz ,  kenarlardan kesilmediğini görüp , ya elinizle açmaya çalışır yırtar  ya da  bıçak , kart gibi  şeylerle düzgünce keser,  sonra rahatça okurdunuz .

Ben de bu dostumla  geçtiğimiz günlerde  sahafımında ki - mis kokulu - raflarda  tanıştım , kısa sürede kaynaştık ,  o halde okuyayım bari dedim . Bir de ne göreyim tam kırksekiz yıldır meğerse beni bekliyormuş , henüz açılmamış , kesilmemiş sayfaları vardı , elimdeki kartı çıkarıp " cırt , cırt " diye sayfaları açtıkça içinde  çoşkuyla  kelimeler harfler doldurdu havayı , mutlulukla bana gülümsedi ...

Mutlu oldum ...

Aylak Adam
Mart ayının başları . 2014

5 Mart 2014 Çarşamba

Bir Kitap: ANADOLU'nun SESİ - Halikarnas Balıkçısı

 HALİKARNAS BALIKÇISI \ ANADOLU'NUN SESİ 

Henüz kitabın yarısındayım ama tarih , arkeoloji gibi  konularda eğitim almamış , bu konulara fazla da takıntılı insanlardan değilsek , Anadolu' nun antik çağ dönemlerinden günümüze gelişimini bize anlatılan bazı kulaktan duyma bilgilerden ya da batı odaklı okutulan dayatılmış tarih bilgilerden alır veya  bir antik çağ hikayesini popüler bir sinema filmi ya da romanlaştırılmış kitaplarından okuyarak  fikir sahibi oluruz genelde . Hatta bir çoğumuz bu konuda bile tembelizdir çoğu zaman  . Televizyonda oradan oraya dolanırken hararetli bir anlatıcı tesadüf ederse altında uzman yazarsa onun dediklerini kendi fikrimiz gibi benimseriz , okumaktan uzak tembelliğimiz ve alışkanlığımız üzeri ... Konu şu ki HALIKARNAS BALIKÇISI ( Cevat Şakir Kabaağaçlı ) üstad bu kitapta  antik çağdan başlayarak Anadolu üzerinde kurulmuş , bugün özellikle HELEN kültüründen doğmuş gibi gösterilip neredeyse Anadolu'nun tüm antik çağ geçmişinin üzerine kurulmaya çalışan HELEN ve BATI kültürünün aslında bilindiği gibi olmadığını kanıtları ve yorumlarıyla yazıyor ... Doğrusu şaşırtıcı ve hoş bilgilerle dolu bir kitap . Yaz geldiğinde şöyle ufaktan Marmara' dan Ege' ye salınalım oradan da güneye sarkarız der birçokları , giderken yollarda da bir sürü sarı tabelalar, üzerinde otların bittiği ya da yarısı toprak altında kalmış yıkıntılar görürüz ve genelde geçer gideriz . Derdimiz başkadır çünkü , umursamayız da ( Sözlerim meclisten dışarı  dostlar çünkü kendimi bugünlerde HIYAR gibi hissediyorum da ondan olsa gerek - Barış Manço'dan arakla , rahmetle , saygıyla - meraklısı sözlerine baksın , konumuzla alakası yok gibi : ) ... Oysa ki bu konuda doğru okursak,  bu toprakların insanlarının o medeniyetleri , o şehirleri , o devletleri kuranların ( Sümer , Hitit, Minos , Troya , İyon , Karya , Lidya , Likya , Misya vb .) bu coğrafyada binlerce yıldır yaşamış , hepimizin birbirimize karıştığımız, kaynaştığımız ve bundan doğan güçle atalarımızın yarattığı kültürler ve izleri olduğunu anlarız , binlerce ama binlerce yıllardan süzülüp gelerek ... Dayatıldığı gibi bu kültürün batıdan gelmediğini , bilakis bu topraklarda oluşup gelişip sonrasında Batıya , Helenistan ( Bugünkü Yunanistan )  ve Roma kültürlerine etkileri olduğunu  öğrenmiş olur , hatta utanırız geç kaldığımıza ... Ama olsun varsın , hiç bilmemekten daha iyidir geç te olsa utanmak, hıyar gibi hissetmek  .

HALİKARNAS BALIKÇISI'nın bu bakış açısı değerlendirmesi , desteklediği görüşleri ve ortaya koyduğu kanıtlarla yorumları gerçekten harika . Bu toprakları seviyorsak ona borcumuz var , onun değerini anlamak için onu tanıdıkça bağımız daha da artacaktır ( Hem de bilimsel , kafa tasçılıktan uzak şahane bir aydın görüşü izlenimi veriyor , okuması da kolay , ama başlamadan önce dönemin birkaç haritasını alıp öyle başlayın derim , çok iyi oluyor ) ... 

Miletos'lu Tales mi , Atinada ölüme mahkum edilen Sokrates mi , onun öğrencisi Platon mu , Heredot mu yoksa Hipokrat mı daha delikanlı diye merak ediyorsanız bakmanızı öneririm . ( Son cümle dikkat çekici olsun diye sokak ağzı ile yazılmıştır , meraklısından özür dilerim  ) 

Hektor'a Akilleus 'a İason ve Argonot Denizcilerine , Bizas'a , Tales'e , Hipokrat'a Heraklies'e ... Tüm eski dost  ve akrabalara  selam olsun ... Bu toprakları bukadar anlamlı ve değerli kıldıkları için ...

Halikarnas Balıkçısı ile tanışmayan varsa mutlak tanışsın , dostu Azra Erhat'ı da unutmadan ...

Arşipel'in büyük romancısına saygıyla ...

Aylak Adam 
2014 Mart'ın ilk günleri