30 Eylül 2014 Salı

Kaplumbağa Dansçısı ( Kısa bir öykü )




Çölün ortasında  trenden atılmış , 50 derece sıcakta  demiryolunun üstünden çıkan buhar alevlerinin  görüntüsü içinde gitmekte olan  trenin ardından bakan , Amerikan western filmindeki  bir anti kahraman gibiydi sanki   . Ama tek farkla,  O  bir film setinde değil, gerçeğin kucağında yani çölün ortasında,  kaçak bindiği trenden  atılmıştı .

Beyni zonkluyor, kulakları çınlıyor  bir yerlerde sanki  davullar çalıp duruyordu , bir davul ve de çıngıraklar . Kızılderililerin dans ederken ayaklarına taktığı çıngırakların sesi miydi yoksa ?  Bir yıl bir kızılderili rezarvasyonunda yaşamıştı, birkaç Pow Wow'da geleneksel kıyafetlerle  dans bile etmişti . Bu sesleri tanıyordu . Yoksa ona doğru yaklaşmakta olan, elinde su matarasıyla bir Kızılderili miydi gelen , kurtulacak mıydı ?   Ama kafasını kaldırdığına  yanından şimşek hızıyla geçen çıngıraklı yılanı gördü .  

Ne de hızlı ,  tıpkı  bizim  tren gibi , tek farkı vagonları birleşik " diye düşündü 

Bu yılan , bu hızla mutlaka bir su noktasına ulaşır , oysa ki ben ?  

Umutsuzca  ayağa kalkmaya çalıştı ,  uçsuz bucaksız çöl de  aynı şekilde   cevap verdi  ona  . Etrafta ne bir Kızılderili,  ne de başka bir canlı belirtisi ya da görüş mesafesinde bir  umut noktası .  Yığılıp kaldı olduğu yere  , düşerken başını sert bir şeye çarptı. Bu da ne diye son bir hamle ile başını cevirdi.

Lanet olası bir kaplumbağaymış    diye geçirdi aklından 

Bir süre sessizce kaldı , sızmıştı . Düş müydü yoksa gerçek mi ,  dans eden bir Kızılderilinin gölgesini görüyor gibiydi  .  Gölge kah ufuk çizgisine kadar uzuyor  , kah tamamen gözden kayboluyordu .  Çıngırakların sesine , anlamını bilmediği bir dilde  dua eder gibi farklı tonda mırıltılar ve sesler de karışıyordu . Kızılderilinin nefesini duyuyordu  , çıngırakların sesi de kesilmişti .  Başını kaldırdığında onu gördü , güneş ışıkları yüzünü görmesine tamamen engel oluyordu  .  Kızılderili ona eğilmiş elinde bir tas tutmuş ona uzatıyordu .  Tası aceleyle kaptı ve kurumuş dudaklarına doğru götürdü . O da ne , bu bir kaplumbağa kabuğundan yapılmıştı . Tas bir anda elinden kaydı ve yere düştü . Düşen kabuğun içindeki  su döküldü , ancak çok garip bir şey oldu, dökülen sular bir çıngıraklı yılana dönüştü ve yılan hızlıca oradan uzaklaştı .  Ter içinde uyandı.  

Hassickthe-r ,  bu da neyin nesi   ?  Lanet olası bir bir kabusmuş !  diye söylendi . 
O da ne ! Kaplumbağa halen başının altında kıpırdamadan duruyordu .  Bir kaplumbağanın hem de bu sıcakta  ,  bu çölde yaşam kaynağı bulması  imkansız  olmalı diye geçirdi aklından  . Ama sonra  bir kez daha düşündüğünden halen burada olduklarını  ve  her ikisininde yaşadığını fark etti. Bu durumda  bu ölüm çölünün ortasında  zehirli ve hızlı bir  çıngıraklı mı , yoksa yavaş ve ağır  kaplumbağanın yerinde mi olması gerektiğini düşündü .
Yılan birkaç metre uzağında kıvrılmış ona çatallı  dilini çıkarıp durmaktaydı , belli ki  onu bir tehdit olarak görüyor , merakla bu garip adamın  burada ne aradığını düşünüyordu . Sonuçta öğlen uykusunu ve huzurunu kaçırmıştı onunda .   Kaplumbağada üzerinde düşmüş olan başın kalkmasını ve de yoluna devam etme umuduyla hatta sabırla kabuğun içinde bekliyordu .
Güneş tam tepesinde  kavurucu bir şekilde beynini ve tüm bedenini kavurmaktaydı  , dudakları daha şimdiden çatlamıştı ve suzuluk dayanılmazdı .
Hızla düşünmeye çalıştı  gözü yılanda, aklı kaplumbağadaydı  ve  ölüm etrafında kol geziyordu .  Ya yılan gibi hızla hareket edecek  ve   bir su ya da yaşam alanı bulmaya çalışacak   ya da uçsuz bucaksız ve görünürde  hiçbir şeyin olmadığı bu  çölde ölümü bekleyecek . Ya da   kaplumbağa gibi ağır ve yavaş  hareket edip kaderinin onu götürdüğü yere kadar sürünecekti . 

Yılan hızı ve soğukkanlılığında düşünüp , kaplumbağanın vakurluğu , sakinliği ve yavaşlığında hareket etmeli , enerjisini ve gücünü dengeli kullanmalı , bedenini güçlü tutmalıydı . Kurtuluşu için zamana ihtiyacı vardı . Kaplumbağanın duruşu hayatta kalmanın ana kuralıydı . 
Bu arada zaman zaman çalıştığı patronların kütüphanelerinden aşırarak  okuma fırsatı bulduğu bazı ilginç kitaplardaki   Uzakdoğulu Budist  rahiplerin , keşişlerin  yöntemleri aklına geldi .  Yavaş ve sükunet içinde yaşam ; sakin , dingin ve durağan  tıpkı şu kaplumbağa gibi . Hatta daha da öteye gidip bazı  özel yöntemlerle kalp atışlarını dakikada  bire kadar indirip uzun süre  bedenin fonksiyonlarını neredeyse durdurduklarını ama sonra yeniden  normale dönebilme güçlerini ve bunu uygulayabildiklerini hatırladı  .  Yani zor durumda  kalınca motoru  istop etmek ya da rölantiye alıp , ihtiyaç duyulduğunda yeniden çalıştırmak ya da yeniden gaza basmak  gibi ...
Hayatta kalma  savaşının başladığını biliyordu  . Bu arada  damarlarındaki kanı  neredeyse buharlaşmak üzeri  fokurdamaya başlamış gibi  hissediyordu  ...

Kendisi hep sabırsız , hızlı ve  çabuk olan bir yaşam şeklini seçmişti  “ Hızılı yaşa, genç öl  ! Cesedin Steve Mc Queen gibi olsun.”  derdi .  Yavaş, ağır ve durağan bir yaşam  ona imkansız geliyordu . Ama bu durum kimi ufak kazanımlar yanında başını çokça da belaya sokmuştu . Şimdi de düştüğü bu durum dolayısıyla kendine kızıyordu hem de   tepesindeki güneş her saniye beynini kaynatma noktasına doğru yükseltirken .  Bu arada kaplumbağa yavaşça ilerlemeye başlamıştı . Yılan halen onu gözlüyordu .
Ayağa kalkmak istedi ama sol ayağı yaralanmıştı . 

  İşte şimdi boku yedim , istesemde yılan olmamam , zavallı bir kaplumbağa kadar yavaşım “ diye düşündü . 

O an kaplumbağa aklına geldi .  Baktığında onu göremedi . Ama izleri küçük çalılardan oluşan kumların üzerinde belli oluyordu , minik bir tümseğin arkasına doğru gidip gözden kayboluyordu .
Hızla düşünmesi ve hareket etmesi gerekecekti . Zamanın daraldığını hissediyordu  .  Raylardan çıkmış bir tahta parçasını sinirlerini bozan yılana doğru fırlattı . Yılan toz olup uzaklaştı .
Düşünmeye çalıştı ama uçsuz bucaksız çöl , kaynayan beyni ve güneş hiçbir şeye izin vermiyordu .  Gölge ve su diye aklından  geçirdi . Ama nerede ?
Yere çöktü gözleri karardı . Kızgındı hem de çok kızgın . Her şeye  , geçmişine , yaşadıklarına , trene, kondüktöre , o pislik patronuna , polise ve  o kadına ...
Güneşin batmasına kaç saat vardı acaba ?  Hareket ederse daha kötü olacaktı , ne de olsa o bir yılan değildi . Bu arada kaplumbağa aklına geldi . Doğruldu , izleri halen görebiliyordu , sürünerek izleri takip etme hissi uyandı içinde . Ne de olsa bir yılandan daha güvenilirdi .  Rahipleri aklına getirdi .  Ama onlar  Himalayaların soğuk yamaçlarında  bunu yapıyorlardı , bu manyak çölde değil !  Dağları düşünmeye , kendini oralarda  hissetmeye ve  biraz olsun ferahlamaya çalıştı ama nafile .  Süründü izlerin peşinde ...
İzler arkada bir tümseğin daha belirdiğini gösterdi ona , çalılar sürünürken engel oluyordu , her yeri yara bere içindeydi , kan karanlık bir çöl gecesinde ölüm demekti  .  Hızla değil enerjisini tasarruflu kullanması gerektiğini düşünüyordu içgüdüsel olarak , sonuçta kaplumbağayı izliyordu .
Tepeyi dönünce ileride  kaplumbağayı gördü . Küçük bir kaktüsün dibindeydi şimdi .  

“Hay bin kunduz “  diye aklından geçirdi .   

Kaktüsün boyu  bir , bir buçuk metre civarındaydı , ardında başka kaktüsler de görünüyordu  . Bu kaktüs bir kurtuluş olabilir miydi ? İzlediği belgesel ya da okuduğu bazı kitaplarda  kaktüslerde su olduğunu duymuştu . Topraktan aldıkları suyu bedenlerinde depoladıklarını ,  terleme kaybını engellemek için ters fotosentez yaptıklarını anımsadı . Kaktüsü kesip içindeki liflerden su çıkarıldığını da duymuştu .  Süründü kaktüsün dibine vardı. Başını hemen  kalın gövdenin dibine uzattı , minik gölgenin en azından sağlıklı düşünebilmesi için serinlemesi ve soğuması  lazım olan beyni için işe yaramasını umarak . Sonuçta araba motoru gibi beyni de kaynamak üzereydi , su kaynatırsa  işi bitmiş demekti .  Biraz dinlendi sonra gölgenin uzadığını görüp biraz doğruldu , elini cebine atıp bıçağını bulmaya çalıştı . Bu arada ileride kaplumbağanın bir çukura girdiği gözüne takıldı . O da ne, kaplumbağa yumurtluyordu . ( Bu bir  Gopherus agassizii   ya da  Gopherus morafkai diye bilinen  çöl   kaplumbağasıydı ) 
Bıçağı  ile  fıçı şeklindeki bir  kaktüsün  tepesini  kesti  . Tehlikeli bir  işlemdi bu  ellerine dikenler  battı. Daha sonra kaktüsün etli kısmını  bıçağı ile  püre haline getirdi  ve böylece etli kısımdaki nemi açığa çıkarıp sıvı haline getirdi.  İşte  hayatını kurtarma şansını yakaladığını o an hissetti . En azından bir sonraki treni bekleme şansını ... 
Bu arada gün çölde devrilmek üzeriydi , gece yaklaşıyordu  . O da ne ?  Çıngırak sesi  , birden geriye döndüğünde  yılanın,  kaplumbağanın biraz önce yumurta bıraktığı yere yaklaşmakta olduğunu gördü .  Usulca yerdeki kaktüs kabuğunu  kaptı ve hızla yılana fırlattı , bunu beklemeyen yılan sarsılarak ve korku içinde delice kaçtı . Yavaşça yuvaya yaklaştı eliyle kumu  beş on santim kadar eşeleyince henüz bırakılmış  onlarca yumurta buldu .


Hey !  Bu çöl kaplumbağasının yılandan kaçarken karşısına çıkması her şeyi değiştirmişti . Şimdi  çıngırağın sesiyle eşek cennetini boylamış olmak durumunda kalmış olabilecekken bu vakur , yavaş , ağır ve  sakin hayvan onu kurtarmak üzereydi .  Yumurtalardan üç tanesini aldı  , kaktüs suyunun üstüne  mükellef bir yemek diye aklından geçirdi ve  art arda  üç yumurtayı içti . Bir kaktüs  kabuğunu kap yapıp içine de  üç tane daha koydu .  Bir fıçı kaktüs daha kesti .  Gün batmış sıcaklık azalmıştı . Gücünü hissediyordu .  Yavaş yavaş geldiği yere tren yolu kenarına döndü . Çıngırak seslerine aldırmadan  yürüdü  .  Bugüne kadar hep bir çıngıraklı yılan gibi yaşamıştı , ama şimdi  bu karanlık ve ıssız gecede gökteki yıldızların altında  sakin sessiz ve sabırla bekliyordu . Bir zamanlar rengi  beyaz olan  gömleğini  imdat bayrağı gibi yapmış ve  demir yolunun tam ortasına dikmişti .  Bir kaplumbağa gibi kabuğunun içine çekilircesine eski  ceketinin içine sığındı , gündüzün aksine çölün soğuğu şimdi üzerine çullanmıştı . O sesi  yine duymaya başladığını hissetti  , kızılderilinin ayak sesleriydi bunlar  , çıngırakların sesi ve  ay ışığının vurduğu uzun gölge  ve elinde tuttuğu kaplumbağa kabuğundan tas ,  gözlerini usulca kapadı ,ses ve gölge iyice  yaklaştı , tüm bedenini kapladı   ,  üzerinde tatlı bir ağırlık hissetti  . Ve derin bir uykuya daldı  ...
©  G.Yalnızkartal  - 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder