3 Aralık 2014 Çarşamba

O güzel insanlar nereye gittiler ?

Osman Şahin’in Son Yörük “ isimli kitabından derlemeyle  
Yörükler
Başları dumanlı yüksek yerler , ulu ağaçlar , yeryüzünü gökyüzüne bağlayan yerler çeker onları . Oralara özlem duyarlar hep. Bu korunma içgüdüleri dışında  Orta Asya şamanlığından  kalma  tanrısal ezgilerinde getirdiği bir inançtırda aynı zamanda .  El değmemiş gökyüzüne nekadar yakın olunursa , gökyüzünün de  kendisine  yakın olana en güzel yaşamı , en güzel ölümü bağışlayacağına inanırlar.  Bu yüzdendir ki  temiz göklerin altındaki  ulu ağaçlar , onların kapladığı ve insanı kendine çeken ulu doruklar birer açık hava tapınağıdır onlar için .
Dağlarda doğup dağlarda ölenlerdir , yiyip içtikleri yalnızca doğa olan , rüzgarla kar sularında yıkananlar , öldüklerinde özgürlüğün kar doruklarına gömülenler . Binbir kuşun , çiçeğin , güneşin , bulutun  ve işitilmedik nice seslerin adıdır onlar . 
“ Mezarın iyisi  çabuk kaybolanıdır “  :  Hiçbirşey kalıcı değildir onlarda , yolcu hanları gibidir yurt ve yayla yerleri ,  ölülerini yol kenarlarına gömerler , başına da bir taş diker ve yollarına devam ederler. Bir yıla kalmadan da herşey eski halini alır , doğa  gereğini yerine getirir, gömütün yeri  yurdu belirsiz olur .
Konuşurken , fazlalıklardan arınmış , özlü , doğaçlama benzetişlerle süsülü , zenginleştirilmiş bir Dedem Korkut anlatımı , Yunus Emre  Türkçesi kulanırlar .
Toros’un yüzünde ne kadar bitki , ağaç varsa bilirler . Hangisinin yenileceğini , hangi mantarın zehirli olduğunu , keçiyi hangisinin ishal edeceğini de dahil ...
Poyraz yakığıdır yüzleri , bodur çalılar örneği kısa , küt , sağlam olur boyları , Toros kayalıklarının direncini , dayanıklılıklarını , sertliğini ve tüm özelliklerini taşırlar .
Türküleri seslenişleri , Toros poyrazından esinlenilmiş gibidir ve derin çığlıkları  anımsatır, yanık , dertli ve uğultulu .
Atlar , eşkler , develer ve sürüleriyle yola düştüklerinde  zamanın ve uzaklıkların hiçbir önemi yoktur , önemli olan hareketli olmak , yürümek ve böylelikle göç içgüdülerini doyurmaktır.  Sanki hiç durumadan yürümekle yaradılışın kaynağını arar , sorar gibidirler . 
İhtiyaç duydukkarına dua etmek için en yakındaki en yüksek dağın tepesine giderler . Yoksa en yüksek agacın altına , buna da “ Allah Ağacı “ derler .
Son Yörük Sultan Ana
Sultan Ana 1991 yılında  95 yaşındaymış .     Hiçbir dini inancı yok, bir tür yarı şaman , doğaç bir dine tapıyor ,  ömründe birkez abdest alıp namaz kılmamış , hiç bir dua bilmiyor , besmele bilmiyor , kıbleden de habersiz . Oruç tutmuyor , camiye , türbeye , yatıra gitme , kurşun dökme, çaput bağlama gibi alışkanlıkları yok , bilmiyor ...  Giysilerinde  nazar boncuğu , muska vs yok ... Bu yaşına kadar bedenine hiçbir ilaç girmemeiş ,  nüfus kağıdı bile yok , nezle , grip olmamış , hiç ayakkabı , çorap giymemiş. Yalınayak yürümeyi seviyor  çorap ve ayakkabı  ruhumu sıkıyor “ diyor .  Belimden aşağısı karın içinde olsa üşümem , hastalanmam “diyor .
Son Yörük Sultan Ana , TC vatandaşı olduğunu da bilmiyor . Ülkemizin , padişahlıkla mı yoksa cumhuriyetle yönetildiğini de ... Seferberlik ve Atatürk’ü duymuş “ O’nun millete yaptığı hizmetleri duydum “ diyor .   Tv , radyo , teyp ilgilendirmiyor onu ama Dedem Korkut hikayelerini ( metel diyor bunlara ) , Deli Dumrul’u , Tepegöz’ü , Karacağolan’ı , Yunus Emre’yi , Pir Sultan Abdal’ı çok iyi biliyor .  TV karşısına bir kez oturmuşlar  , bakmış bakmış sonrada “  bir insan kovanı bu “ deyip çıkmış .
Sultan Ana  doğa ile içiçe , inançları ve davranışları da onunla özdeş. Diğerlerinden farklı bulduğu fosileşmiş taşları toplayıp saklıyor , un ve tuz çuvallarının içine koyarak bunlara “ bereket taşı” diyor . “ Demek ki tabiat bu taşı diğerlerinden farklı kıldı , bir sebebi , bir hikmeti var “ diyor . Zorunlu olmadıkça balta kulanmıyor . Odunları asala kırıp düzeltmiyor . “ Yanacak olana şekil vermezsin , ateş büyüktür , ateşin işine karışılmamalı “ diyor . 
Ateş’e dair
Ateş insana aittir , ateşin yandığı  yerde insan  da vardır . Onu yakarak böylece haber veriyorum kendimi dünyaya.  Ateş yalnız kalan insanın dostudur . Ateş hayattır . Duman tüten her yer canlı sayılır    diyor  .  İnsanlar ölünce  ocağı söndü “ de bunun için derler diyor .   Sonra da  Ateş ayırılırken söndürülmeli , yalnız kalan ateş azar , durmak bilmez “ diyor .
Yaşamlarından kimi pratik öneriler
Kekik ve adaçayına bal katıp  içiyor , bal yoksa şeker yerine azıcık tuz katıp içiyor .  Taze çam sakızı ile sütü birlikte kaynaarak , kadınların bedendeki kıllarını almak için kullandıklarını söylüyor . “ Taze çamsakızı ile kaynatılan sütlü yakı , insan vücudundan en ufak bir kızartı, acı , sivilce bırakmaz “ diyor .
Tuzlu meşe külü ile yaş sığır dışkısını iyice karıştırarak su kabağının dışına sıva yapıp  bu şekilde içinde  örneğinin tereyağının yıllarca hiç bozulmadığını söylüyor .
Etin en lezetlisinin  is yapmadan ağır ağır yanan elma odundunda piştiğini söylüyor .
Romatizmalı hastaları  balarılarına sokturur , sonra da ısırganların içine yatırırız  romatizma kesinlikle geçer “ diyor .  
İnanç
Sultan Ana  asla  cennete , cehenneme , öbür dünyaya , insanların yargılanacağına inanmıyor . “ Cennette , cehennem de bu dünyada “ diyor .  Azrail’in can alacağına da inanmıyor dolayısı ile .
Şifacı
Hastalanan önce yıkanır , sonra da kalan saç ve sabun artıklarını alır , en yüksek dağın tepesine bırakır “ derdim orda kala  dermiş
En zehirli mantardan kurup toz elde edip bunu yara yerlerinin üstüne serpiyorlar. “ Mantar tozunun değidiği yer iki güne kalmaz iyileşir “ diyor.
Soğuk algınlığı için kekik yağı , bel ağrıları için çamsakızı ile sütü kaynatıp sarıyorlar .  Ağız içi yaralarında  hasta saçını parmağına doluyor bala batırıyor ,  sonra ballı parmakla ağız içini oyuyor , ballı saç telleri  iltihap uçlarını acıtmadan yırtıp atıyor . bal ise mikropsuz olduğu için yara içlerine girip yarayı iyi ediyor .
Cildin beslenmesi için banyo suyuna  kekik , yavşan otu , papatya  katıyorlar
Soğuktan çatlayan yüz ve deriye süt kaymağı sürerlermiş
İşte  böyle Sultan Ana’dan alıntılar ... Sanırız  o özgür dağlarında  bedeni şimdi  doğaya karışmış ve mutludur , eğer öyle ise huzur içinde uyusun ...
Buyurun bir de Durmuş Aga’yı dinleyelim
Yörüklüğün kuralı “ Birinden isteyebilmem için önce vereceksin , vermeyi öğreneceksin ,verten el alan eleden herzaman büyüktür . Nekadar verir, paylaşırsan , elinde  gönlünde  o kadar büyür, yücelir. Bu yüzden açık ve güneşli alnalrı severiz ,  geniş ferah alanlarda yaşayanların gönülleri , yürekleri de açık olur ... Bizde insanı rengine , ırkına , şekline göre ayırmak yoktur , Yaradana karşı günah olur bu . Bizler bir tek insanlık ırkı tanır , biliriz . Yağrağımız farklı olsa da aynı insan ağacıyla  aynı toprak ananın çocukları sayılırız . 
Yörüğün yobazı , dindarı olmaz . Yörük kısmının dine falan ihtiyacı  pek yoktur . Gerçek din tabiattır bizde .  Şu görülen dağlar , ormanlar , sudur , kayadır , topraktır , ottur , bitkidir .  Ölüme de inanmayız pek , Yörüklükte ölüm yok süreklilik vardır . Durmadan akan , yer değiştiren suya  ölmüş gözü ile bakılmazsa Yörüğe de öyle bakılmaması gerek . “
Mevlana ne demiş  :   "  Her gün bir yerden göçmek ne iyi  /   Her gün bir bir yere konmak ne hoş  /   Bulanmadan , donmadan akmak ne hoş  "
 
 
Aylak Adam’dan Son sözler  :   1960 ‘lara kadar  nüfus cüzdanları ve kayıtları dahi olmayan Torosların bu güzel insanları Cemal Gürsel zamanında  devler zoruyla  kayıt altına alınmışlar . Sonrasında günümüze  teknolojinin  de dağları işgali ile  , yaylaları , ormanları  , kepçelerin , iş makinalarının , dikenli tellerin işgaline uğramış ,  Torosların , Bolkar’ın bağrını delmiş iş makinaları , araba yolları yaylalara  kadar çıkmış .  Bu MODERN ( !) işgal yavaş yavaş yok etmeye başlamış bu doğanın çocuklarının binlerce yıllık yaşam biçimlerini  , araç gereçlerini  ve de davranışlarını , kısaca tüm yaşamlarını ,  hem de  birkaç on yıl içinde ... Şimdilerde  halen direnmeye çalışanlar kalsa da  ömürlerinin ne kadar uzun olacağı pek tartışılır  doğrusu !
Dünyanın her neresinde olursa olsun  yaşamları ve inançlarını yalnızca doğanın kurallarının biçimlendirdiği , belirlediği ve ona saygıyla örülen yaşantıları ile   tüm  o güzel insanlara  selam olsun . Amerikan Kızılderililerine , Afrika Yerlilerine ,  Avustralya Aborjinlerine , Kuzey Kutubunun sakinleri Eskimolara  ve  yaylarların , dağların göçerleri Yörüklere , hepinize ... Sizler ne güzel insanlardınız ya, şimdi nerelere gittiniz ?   Cevabı  da Yaşar Kemal’den olsun  .
“ O iyi insanlar , o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler “
Aylak Adam  - Aralık 2014 
( Osman Şahin’in  “ Son Yörük   “ isimli kitabından derlemeyle   )

Bilgi için link :  http://osmansahin.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder