Osman Şahin’in “ Son Yörük “ isimli kitabından derlemeyle
Yörükler
Başları dumanlı yüksek yerler ,
ulu ağaçlar , yeryüzünü gökyüzüne bağlayan yerler çeker onları . Oralara özlem
duyarlar hep. Bu korunma içgüdüleri dışında
Orta Asya şamanlığından
kalma tanrısal ezgilerinde
getirdiği bir inançtırda aynı zamanda .
El değmemiş gökyüzüne nekadar yakın olunursa , gökyüzünün de kendisine
yakın olana en güzel yaşamı , en güzel ölümü bağışlayacağına
inanırlar. Bu yüzdendir ki temiz göklerin altındaki ulu ağaçlar , onların kapladığı ve insanı
kendine çeken ulu doruklar birer açık hava tapınağıdır onlar için .
Dağlarda doğup dağlarda
ölenlerdir , yiyip içtikleri yalnızca doğa olan , rüzgarla kar sularında
yıkananlar , öldüklerinde özgürlüğün kar doruklarına gömülenler . Binbir kuşun
, çiçeğin , güneşin , bulutun ve işitilmedik
nice seslerin adıdır onlar .
“ Mezarın iyisi çabuk kaybolanıdır “ :
Hiçbirşey kalıcı değildir onlarda , yolcu hanları gibidir yurt ve yayla
yerleri , ölülerini yol kenarlarına
gömerler , başına da bir taş diker ve yollarına devam ederler. Bir yıla
kalmadan da herşey eski halini alır , doğa
gereğini yerine getirir, gömütün yeri
yurdu belirsiz olur .
Konuşurken , fazlalıklardan
arınmış , özlü , doğaçlama benzetişlerle süsülü , zenginleştirilmiş bir Dedem
Korkut anlatımı , Yunus Emre Türkçesi
kulanırlar .
Toros’un yüzünde ne kadar bitki ,
ağaç varsa bilirler . Hangisinin yenileceğini , hangi mantarın zehirli olduğunu
, keçiyi hangisinin ishal edeceğini de dahil ...
Poyraz yakığıdır yüzleri , bodur
çalılar örneği kısa , küt , sağlam olur boyları , Toros kayalıklarının
direncini , dayanıklılıklarını , sertliğini ve tüm özelliklerini taşırlar .

Atlar , eşkler , develer ve
sürüleriyle yola düştüklerinde zamanın
ve uzaklıkların hiçbir önemi yoktur , önemli olan hareketli olmak , yürümek ve
böylelikle göç içgüdülerini doyurmaktır.
Sanki hiç durumadan yürümekle yaradılışın kaynağını arar , sorar
gibidirler .
İhtiyaç duydukkarına dua etmek
için en yakındaki en yüksek dağın tepesine giderler . Yoksa en yüksek agacın
altına , buna da “ Allah Ağacı “ derler .
Son Yörük Sultan Ana
Sultan Ana 1991 yılında 95 yaşındaymış . Hiçbir dini inancı yok, bir tür yarı şaman ,
doğaç bir dine tapıyor , ömründe birkez
abdest alıp namaz kılmamış , hiç bir dua bilmiyor , besmele bilmiyor , kıbleden
de habersiz . Oruç tutmuyor , camiye , türbeye , yatıra gitme , kurşun dökme,
çaput bağlama gibi alışkanlıkları yok , bilmiyor ... Giysilerinde
nazar boncuğu , muska vs yok ... Bu yaşına kadar bedenine hiçbir ilaç
girmemeiş , nüfus kağıdı bile yok ,
nezle , grip olmamış , hiç ayakkabı , çorap giymemiş. Yalınayak yürümeyi
seviyor “ çorap ve ayakkabı ruhumu sıkıyor “ diyor . “Belimden
aşağısı karın içinde olsa üşümem , hastalanmam “diyor .
Son Yörük Sultan Ana , TC
vatandaşı olduğunu da bilmiyor . Ülkemizin , padişahlıkla mı yoksa cumhuriyetle
yönetildiğini de ... Seferberlik ve Atatürk’ü duymuş “ O’nun millete yaptığı hizmetleri duydum “ diyor . Tv , radyo , teyp ilgilendirmiyor onu ama
Dedem Korkut hikayelerini ( metel diyor bunlara ) , Deli Dumrul’u , Tepegöz’ü ,
Karacağolan’ı , Yunus Emre’yi , Pir Sultan Abdal’ı çok iyi biliyor . TV karşısına bir kez oturmuşlar , bakmış bakmış sonrada “ bir insan kovanı bu “ deyip çıkmış .
Sultan Ana doğa ile içiçe , inançları ve davranışları da
onunla özdeş. Diğerlerinden farklı bulduğu fosileşmiş taşları toplayıp saklıyor
, un ve tuz çuvallarının içine koyarak bunlara “ bereket taşı” diyor . “ Demek ki tabiat bu taşı diğerlerinden farklı
kıldı , bir sebebi , bir hikmeti var “ diyor . Zorunlu olmadıkça balta
kulanmıyor . Odunları asala kırıp düzeltmiyor . “ Yanacak olana şekil vermezsin , ateş büyüktür , ateşin işine
karışılmamalı “ diyor .
Ateş’e dair
“ Ateş insana aittir , ateşin
yandığı yerde insan da vardır . Onu yakarak böylece haber
veriyorum kendimi dünyaya. Ateş yalnız
kalan insanın dostudur . Ateş hayattır . Duman tüten her yer canlı sayılır “
diyor . İnsanlar ölünce “ ocağı
söndü “ de bunun için derler diyor .
Sonra da “ Ateş ayırılırken söndürülmeli , yalnız kalan ateş azar , durmak bilmez
“ diyor .
Yaşamlarından kimi pratik öneriler
Kekik ve adaçayına bal katıp içiyor , bal yoksa şeker yerine azıcık tuz
katıp içiyor . Taze çam sakızı ile sütü
birlikte kaynaarak , kadınların bedendeki kıllarını almak için kullandıklarını
söylüyor . “ Taze çamsakızı ile
kaynatılan sütlü yakı , insan vücudundan en ufak bir kızartı, acı , sivilce
bırakmaz “ diyor .
Tuzlu meşe külü ile yaş sığır
dışkısını iyice karıştırarak su kabağının dışına sıva yapıp bu şekilde içinde örneğinin tereyağının yıllarca hiç
bozulmadığını söylüyor .
Etin en lezetlisinin is yapmadan ağır ağır yanan elma odundunda piştiğini
söylüyor .
“Romatizmalı hastaları
balarılarına sokturur , sonra da ısırganların içine yatırırız romatizma kesinlikle geçer “ diyor .
İnanç
Sultan Ana asla
cennete , cehenneme , öbür dünyaya , insanların yargılanacağına
inanmıyor . “ Cennette , cehennem de bu dünyada “ diyor . Azrail’in can alacağına da inanmıyor dolayısı
ile .
Şifacı
Hastalanan önce yıkanır , sonra
da kalan saç ve sabun artıklarını alır , en yüksek dağın tepesine bırakır “ derdim orda kala” dermiş
En zehirli mantardan kurup toz
elde edip bunu yara yerlerinin üstüne serpiyorlar. “ Mantar tozunun değidiği yer iki güne kalmaz iyileşir “ diyor.
Soğuk algınlığı için kekik yağı ,
bel ağrıları için çamsakızı ile sütü kaynatıp sarıyorlar . Ağız içi yaralarında hasta saçını parmağına doluyor bala batırıyor
, sonra ballı parmakla ağız içini oyuyor
, ballı saç telleri iltihap uçlarını
acıtmadan yırtıp atıyor . bal ise mikropsuz olduğu için yara içlerine girip
yarayı iyi ediyor .
Cildin beslenmesi için banyo
suyuna kekik , yavşan otu , papatya katıyorlar
Soğuktan çatlayan yüz ve deriye
süt kaymağı sürerlermiş
İşte böyle Sultan Ana’dan alıntılar ...
Sanırız o özgür dağlarında bedeni şimdi
doğaya karışmış ve mutludur , eğer öyle ise huzur içinde uyusun ...
Buyurun bir de Durmuş Aga’yı dinleyelim
Yörüklüğün kuralı “ Birinden isteyebilmem için önce vereceksin ,
vermeyi öğreneceksin ,verten el alan eleden herzaman büyüktür . Nekadar verir,
paylaşırsan , elinde gönlünde o kadar büyür, yücelir. Bu yüzden açık ve
güneşli alnalrı severiz , geniş ferah
alanlarda yaşayanların gönülleri , yürekleri de açık olur ... Bizde insanı
rengine , ırkına , şekline göre ayırmak yoktur , Yaradana karşı günah olur bu .
Bizler bir tek insanlık ırkı tanır , biliriz . Yağrağımız farklı olsa da aynı
insan ağacıyla aynı toprak ananın
çocukları sayılırız . “
“Yörüğün yobazı , dindarı olmaz . Yörük kısmının dine falan
ihtiyacı pek yoktur . Gerçek din
tabiattır bizde . Şu görülen dağlar ,
ormanlar , sudur , kayadır , topraktır , ottur , bitkidir . Ölüme de inanmayız pek , Yörüklükte ölüm yok
süreklilik vardır . Durmadan akan , yer değiştiren suya ölmüş gözü ile bakılmazsa Yörüğe de öyle
bakılmaması gerek . “
Mevlana ne demiş : " Her gün bir yerden göçmek ne iyi / Her
gün bir bir yere konmak ne hoş / Bulanmadan , donmadan akmak ne hoş "
Aylak Adam’dan Son sözler
: 1960 ‘lara kadar nüfus cüzdanları ve kayıtları dahi olmayan
Torosların bu güzel insanları Cemal Gürsel zamanında devler zoruyla kayıt altına alınmışlar . Sonrasında
günümüze teknolojinin de dağları işgali ile , yaylaları , ormanları , kepçelerin , iş makinalarının , dikenli tellerin işgaline
uğramış , Torosların , Bolkar’ın bağrını
delmiş iş makinaları , araba yolları yaylalara
kadar çıkmış . Bu MODERN ( !)
işgal yavaş yavaş yok etmeye başlamış bu doğanın çocuklarının binlerce yıllık
yaşam biçimlerini , araç gereçlerini ve de davranışlarını , kısaca tüm yaşamlarını , hem de
birkaç on yıl içinde ... Şimdilerde
halen direnmeye çalışanlar kalsa da
ömürlerinin ne kadar uzun olacağı pek tartışılır doğrusu !
Dünyanın her neresinde olursa
olsun yaşamları ve inançlarını
yalnızca doğanın kurallarının biçimlendirdiği , belirlediği ve ona saygıyla örülen yaşantıları
ile tüm o
güzel insanlara selam olsun . Amerikan
Kızılderililerine , Afrika Yerlilerine ,
Avustralya Aborjinlerine , Kuzey Kutubunun sakinleri Eskimolara ve yaylarların
, dağların göçerleri Yörüklere , hepinize ... Sizler ne güzel insanlardınız ya,
şimdi nerelere gittiniz ? Cevabı da Yaşar
Kemal’den olsun .
“ O iyi insanlar , o güzel atlara
bindiler ve çekip gittiler “
Aylak Adam - Aralık 2014
( Osman Şahin’in “ Son Yörük “ isimli kitabından derlemeyle )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder